25 Şubat 2018 Pazar

ZAMAN


                                                     İsteklerimiz gerçekleştirmek için zaman hep vardır. Zaman bazen bizden taraf bazen de karşı tarafın lehine çalışır. Zamanın aktığı yere doğru suyun akışına kendimizi kaptırırız. Suyun akış debisi yüksek birçok sorunlarla boğuşuruz ya kurtulur ya da boğuluruz suyun içinde. Bu zaman içinde bize zararı dokunacak canlılar buzullar fırtınalar da olabilir. Hepsini atlatabilmen senin zamanı nasıl kullandığına bağlıdır. Zamanımız en değerli, değerini anlayamadığımız zamanımız. Zaman israfı, geç kalmak yetişememek hayata tutunamamak ipin ucunu, gemiyi kaçırmak, bir daha ki sefere inşallah demek.
       Zaman da durmaz akar. Yetişebilmek zamana çağa uyarlamak kendimizi çağın gerisinde kalmamak, gelecekteki çocuklara gençlere zamane çocukları dememek. Biz orta yaşlılar da zamane orta yaşlıları olmak. Zamandan saniyeler çalmak maratona hazırlanır gibi zamanla yarışmak. Ömür bizim için biçilen ömür nihayet son bulmadan zamanımızın tamamını en kaliteli şekilde kullanmak, israf etmemek saniyelere değer katmak, toplam hayatımızı kaliteli yaşamak. Zaman her şeyin sıfır başlangıç noktası doğumun başarının fırsatın gecikmenin yoksulluğun yoksunluğun. Sen hangi zamanın başlama düğmesine bastın ilk startını verdin? Hangi tuş senin yaşam alanını genişletti, seni sevimli kıldı? Gerçek sen, sendeki gerçek ben- i bulmana yardımcı oldu. Zaman kılıçtan keskin son karar senin. Hayır ve şer de zamanın içinde gizli uygulayan da sensin. Uygulama da, zaman fırsatları içinde barındırıyor. Onu başarıya hedefe taşıyacak olan da sensin.

10 Şubat 2018 Cumartesi

BU KIZ KAFAYI YEMİŞ

                                                        
   Bu kız kafayı yemiş saçlarını iyice kısaltmış güneş kafasının içine derisinde yanıklar oluşturacakmış,  kafa derisinde beyaz hiç  bir yer kalmayacakmış. Kafasının üzerindeki saçlar çizgi çizgi. Bakan bir kez daha dönüp bakıyor. Kafasındaki yol iki satır kulağı arasında saçları da gidip gelmekte. Sanki makasla çizgi yapılmış gibi. Bir insanın kafayı yemesi için iki şey gerekiyor kafayı yemek içinde sadece bir şey.
        ''Deli'' diyorum sadece ikimizin bildiği kelimeyi kullanıyorum. Sadece ben ona söylemiş olsam doğruluğunu anlayacak ve inanacak ama o da bana ''Deli'' diyor. Böylece o kelimenin doğruluğuna inanmıyor. Üstelik bunu ne zaman anladım biliyor musunuz? Birini eleştirirken olumsuz bir şey söylerken neden bu kelimeyi kendine de söylemiyorsun dediğimde.  Çünkü kendisine söyleyemeyecek, ama başkasına söyleyebilecek. Ona ''Deli'' diyor sadece deli deyip duruyor ama onun deli olduğuna da inanmıyor.
       Güneş ufukta saçlarının arasında kafası kan kırmızı çizgiler halinde güneş ışığı iyice kızartmış oturuyor. Kendisine gelince saç derisini kızartmak için ip kullanması gerekecek saçlarını toplamak için. Soğuk sebze pırasa gibi saçları keçiyolu gibi ayırarak yukarı çekerek güneşin içlerine girmesini sağlayacak. Kafası şu an tıpkı bir top gibi.

     Deli diyor o hala deli diyor arkadaşına. Şu kara kız hepten deli.

3 Şubat 2018 Cumartesi

YAŞLANIYORDUK

       Gün akşam olmuştu her şey yarım olmuş yarım kalmıştı. Aradıklarımız, bulamadıklarımızda taşıyordu dışarıya karanlıkta da ışık arar gibi batmak isteyen güneşe de karşı o parlayıp sönen sinyallere karşı gülen uslanmayan arsız yüzümüz. Her bakışımızda içimizi ok gibi delen bizi ilerletmeyen, bizi ışıksız bırakan ama bir incir çekirdeğini bile doldurmayan taştan duvarlar, sedirler gri renk almış her yer tek tek bizi sarsıyor kırıyor incitiyor.
        Bir rüzgar çıksa bizim içimizdeki titreşimlere denk böylece kıpırdamayan bedenimizi kıpırdatsa  üzerimizdeki gri havayı alsa beyazlaşsak, yer değiştirsek rüzgarda savrulsak, gözlerimizi kırpıp rüzgarın getirdiği zerrelere de öyle baksak. Sonra kanatlarımız varmış gibi iki kolumuzu iki tarafa açsak dikleşsek uzaklara doğru süzülsek. Yabancı bir yağmur yağsa sonra da üzerimize bizim üzerimize doğru çileşse ta bağrımızın içine parçalasa çıkarsa içimizdeki yangın yerini cayır cayır yanan ateşten dumanlar çıksa ruhumuz yumuşasa iyileşse ruhum ve bedenim kendisiyle bütünleşse örtüşse.
         Harman zamanı güz zamanı buğday başaklarım tek tek biçiliyor sanki onlarında kıyımlarında kıymalarındayım geriye sadece sert bir mizacım kalmış bir de mazi. O iri baykuş gözlerimi tekrar kapatıyorum. Kendimi döven ağlatan tarafımı, ipe serdiğim un misali ağır ağır benim boyumda gölgeler o gölgeler gözümün önünden geçerken beni de kah genişlettiler kah ağlattılar, hiç birinde de gülen surat yoktu üstelik bozkırın orta yerinde öylece bomboş da duruyorlardı. Sadece üzerime sıçrattıkları çamurun izleri, ağızların soluyan ve yine ağızların çıkardıkları sıcak tükürüklü salyaları ben kendi halinde tüneyen kanatlı kuş misali yelkenleri suya indirmiş çıt ses yok iken arada bir gök gürültüsüne benzer sesleri de işiten ve o duyguyla kendisini şişiren o sürüngenlerin uğultusuyla  kendi parlaklığını ve dahi kanatlarını bile göremeyen tek başına bir dal gibi kalakalan yağmurda hırpalanmış güneşte çekmiş rüzgarda savrulmuş tek bir bel kemiği üzerinde duran. Sonbaharın ayazında yeşil rengi de gitmiş sararmış yumuşak hali de kurumuş eğilmiş büğülmüş bir yaprak bir dal kalmış
       Ulaşmak istediği hedefleri o kadar uzaklardaydı ki onu sadece parlayan ışıldayan hayallerinde görebiliyordu. Gölgeli karanlık insanların sahte ışıkları ve ağırlıkları öylesine zincire bağlamış ince zar gibi engeller koymuş ki önüne ona sade hayalleri ile avunmak bazılarının yutmak bazılarının üzerine soğuk su içmek kalmıştı. Şimdi sadece akşamın gölgesinde gün akşam oldu bulutların akışı yağmurun çileşmesi çıkan rüzgar fırtınanın bıraktığı arkada yaralı bereli enkaz kalmıştı. Tek bir dikili ağaç gibi kalakaldığında de ise arkasındaki ormanı aradı.
     Duyguları eski sıcaklığını kaybetmiş yakıcı heyecan odaklandığı konular dağılmış, olamıyordu eskisi gibi olamıyordu. Yaşlanıyordu. Gözlerinin beyaz rengi sararıyor siyahlarını başka renk tonları dolduruyordu. Gölgeler eskisi gibi artmış fakat o eski ağırlıklarını göstermiyordu. Sanki yaşlılık bıçak gibi kesilmiş birikmiş bir tarafta toplanmıştı. ''Ayna ayna güzel ayna söyle bana var mı benden güzeli bu ülkede bu dünyada?'' Ayna dahi kendisini bir yere sabitlemiş gerçek yüzleri sahneleri göstermiyordu.

          Ben de yaşlanmıştım. Eski sertliğimi de yitirmiştim. İçimi bir midye gibi dolduran karanlık koyuluk. İçim karanlık düşüncelerimle daha da koyulaşmıştı kapkara olmuştu. Rengim koyulaşmış siyaha dönmüş acaba şurada az beyaz bir ışık var oraya Nasrettin Hocanın göle maya çalması misali tekrar maya çalsam tutar mıydı?