Sevin sevin senin hayallerin bak hayal
olmaktan çıktı. Bak hala capcanlı kırmızı bir alev topu gibi parlıyor sonra
döne döne etrafında yıldızlar kümeleşecek ama sen hiç üzülmeyeceksin bundan
sonra çünkü bu tren hep yürüyecek. Ama sana bir sır bundan sonra hayallerini de
hiç kimseye söyleme sen de kalsın senin olsun sen yeşert onları.
31 Mart 2018 Cumartesi
YEŞEREN HAYALLERİM
Nereye gittiğini bilmeden yürüyordu
sanki rüyasında da bir şey görmüş de onu anlamaya çalışıyordu. Yine aynı rüya
gökten yağmur yağarken damlaları toplamak ama o damlaları toplama yaşını çoktan
geçmişti. Çökmüştü yaşlanmıştı. Merdivenleri tek tek basamakları tutuna tutuna
çıkıyordu. Gözlerinin içleri kızarmış onlarda olduğu yerde dönüyordu. Kanı
çekilmiş içindeki hayal tohumları bir bir çekilmiş ama o hala uyanık olduğunu
söylüyor. Kanlı canlı başını bir taraftan diğer tarafa çevirebildiğini söylüyor.
Eğer ki hayallerime su dökerseniz ben daha daha canlanırım büyürüm. ‘’Üzerine
su dökün de kurumasın hayallerim.’’ Diyor. Üstelik çokta kararlı onun kararlı
olduğu hayallerine baktık kararmış hayallerine ama onun umutlarını da
kırmamamız gerek. Ne diyeceğiz o zaman?
Çok güzel sağlıklı hayallerin var iyi düşünmüşsün yardım eder sularsak
hayallerini yeşertebiliriz. Biraz ütüyle düzeltirsek buruşuklukları da açılır.
Kenarlarını da çekiçle düzeltirsek biraz da ışık verdik mi tamamdır o iş. Hızlı
vur da ses getirsin. Çekici hızlı vur. Feneri tut ışığını da yansıtsın. İşte o vakit uykudan yeni uyanmış yediveren gülleri gibi açılır. Bütün tomurcuklar çatlar
açılır gün yüzüne sadece sende var olan, olmayanlar da çatlasın. Ne diyelim
hayalleri olmayanlar olmayınca da ne yapsınlar çıkartamazlar ki gün yüzüne
kendilerini çatlasalar da patlasalar da olmuyor işte önce hayal kurmak gerek
onu için de büyütmen gerek yıllarca beslemen gerek. Sonra gün yüzüne çıkarmak
gerek artık yüzdürür müsün? Koşturur musun? Süründürür müsün? O senin
kabiliyetine kalmış. Ne diye adını hayal koydunuz ki? Çünkü ben hayalimi gün
yüzüne çıkarmayı hiç düşünmemiştim biz onunla iyiydik sağlıklı bir şekilde
yaşayıp gidiyorduk mutluyduk. Sadece yardım etmek istedim senin hayallerini gün
yüzüne çıkarmana yardım etmek istedim. ‘’Adını hayal değil de başaran olsun
istedim hadi de başaran.’’ Hiç kafanda işlemiyor hiç değilse başarmış san başardım
say yüzün koyun yatarken uyumak üzereyken hep onu başardığını sanarak uykuya
dal. Kırmızıdan sarıdan, yeşile dönsün o ki senin yaralarına merhem olsun belki
yağlı yemeklerin olur. Kurutup gidecektin o güzelim tohumları içeride bak gün yüzüne
çıktı fena mı oldu? Mutlusun değil mi? Gizli gizli nasıl da sırıtıyor
ayaklarını nasıl da gizli gizli sektiriyor. Mutlusun mutlu ama dermanı yok
eskisi gibi dermanı da kalmadı. O yaşlandı. Sen git uyu biz senin hayallerinle
ilgileniriz onu çoğaltır dağıtırız korkma üstüne de yatmayız onların kurda kuşa
da yem etmeyiz güneş üzerine doğdu mu? O da pırıl pırıl parladı mı? Bak herkes senin ışığına bakıyor.
BEN HİÇ RAHATSIZLIK VERDİM Mİ

Dedim ki insan yaşlanınca ne yapar? Sanki
darda kalmış gibi birileri boğazını sıkıyormuş gibi olunca ne yapar? Yine
bildiğini yapar. Eğer ki katır gibi inatçıysa çünkü yaşlılar inatçı olur. Kendilerine
bir iş bulur üstelik sağlam olan şeylerden mesela sağlam masanın ayağını kırık
zanneder ve tamire kalkar. Kendisi
beceremez tabi ki bir başkasının yapmasına da izin vermez. Ama yine bir başkasının
arka bahçede o masayı tamir etmesine göz yumar görmezden gelir. Çünkü onun
ondan fazla becerisi vardır.
''Allah rahatlık versin sana sen yat uyu
yeterince çalıştın yoruldun.'' İstiyorlar ki bir an önce gebereyim öleyim yok
öyle hemen ölüp gitmek pılımı pırtımı toparlayıp gitmek. Ne demek öyleyse ''Sen
git yat uyu? Ne demeye getiriyorlar? Beni
bir an önce iki kollu sandala bindirmek.''
Belli belli çok gözlerine batıyorum. Belli
bekleyecek zamanları yokmuş gibi, yalnızca bana bakıyorlar. Ölmeme ama ben baktım
ben büyüttüm onları oysaki bana hiç de rahatsızlık vermediler. Oysa ki şimdi ben
onlara rahatsızlık veriyorum. ‘’Hadi git yat uyu’’ inanın altı ay uyusam niye
uyuyorsun? Diye de gelip sormazlar. ‘’Ne güzel uyuyor işte rahatsız etmeyin,’’
derler.
Oysa yine geçip giden günlerde ben hiç
onlara rahatsızlık vermedim. Vermem de
Allah aşkına söyleyin bana, ''Hiç rahatsızlık verdim mi sana kızım sana oğlum
ya gelinler damatlar sizlere de dokunuyor mu benim bu dünya da oluşum? Çok mu
rahatsızlık verdim?'' ''Babacığım, ben rahatsızlık veriyorsun demek istemedim.''
Oysa o kendisini sokağa atılmış zavallı
bir kedi yavrusu gibi hissediyordu. Sokağın ortasında yere yığılıp kalmak
elleri göğsünde hırlaya hırlaya ölüp gitmek. ‘’Ben hiç rahatsızlık vermedim
anlatın onlara’’ diyerek kurtla kuşla haber salmak sonra da onun için bir beton
bloktan oluşan bir metre derinliğinde bir çukur kazdırmak. Başka da sizleri rahatsız etmeyecek söyleyin
onlara yaşadığı sürece de sizleri rahatsız etmemişti sadece sizleri rahat
ettirmek için yaşamıştı söyleyin onlara
Eğer ki bir ömrüm daha olsa yaşlanmak
için eğer ki Rabbim bir ömür daha verse kendimi tekrar hizara sokup düzeltmek
için o zaman hiç başkaları için çalışmaz hem de kafamı başkalarının işine
sokmazdım.
Nedense işler karışıyordu
Onun
Rabbinden ödünç aldığı bedeni var. Gamı kederi götürün ondan, ‘’Duvarı nem
insanı gam öldürür,’’ derler. Kendi bedenini gömmek için de ödünç aldığı şu
bedenini yine kazma kürek gerekecek. Onları da kazanması gerek. Bir çukur
alacak parası olmalı insanın mesela kafasını içine sokacağı bir çukuru olmalı.
Gözlerinden yaşlar süzülüyor boncuk boncuk
sonra yüzünde kuruyor. Geçmişi canını mı acıtıyor. Elbette acıtır ama şimdi o
geçmişi de onu acıtmıyor bir daha yaşayacağı bir ömür daha satın alabilse, bir daha yazacak yazgısını o zaman işte hiç
kimseye de rahatsızlık vermez. Yine de şanslıymış şeytanın bacağını kırmış
talih ondan yana imiş ne demek istiyorsa? Kendisi öyle söylüyor.
NEŞE NEŞE NEŞE

Elinden geleni yapıyor o işini
kovalamak için elinden geleni yapıyor. Yarım işi de sevmez. Bütün öğleden
sonrayı boş geçirmeyi de sevmez. Tüm gün çalışır. Gün ile zaman ile pazarlık
eder zamanla yarıştırır kendini gölgede oturmayı da sevmez.
Herhalde onun işidir çalışmak sırf
çalışmak için gelmiş dünyaya. ''İşin iyisi kötüsü olmaz,'' diyor
iş iştir. İşe önce başlamak lazım. Hele sen bir başla kazma veya kürekle, sonra
veresiye de çalışmaz. Kimseye de kefil
olmazdı. Onun için tarlada tohumda kendisinin olmalı tarlaya tohumu eker sonra ''Allah Kerim'' der. Çalışmak lazım çalışmak
tarlaya bakmak, tohuma bakmak lazım, sevmen lazım işini onunla konuşman
hoşça vakit geçirmen lazım. Sonra akşam evine döndüğünde yüzünün gülmesi lazım
neşeli olman lazım evinde, nasıl işinde bir güneş gibi parlıyorsan evinde de
parlamalısın, parlatmalısın her yanı
senin peşinden gelenler seninle birlikte olanlar da parlamalı. Gama kedere yer yok hep neşe neşe neşe.
BU SANA UYGUN DEĞİL

Kadınlar, özellikle birbirlerini yorumlamaya bayılanlar
hemen de ''Bu sana uygun değil bu senin evleneceğin erkek adayı değil.'' Diye ayrım
yapmaya kızlarının içlerinden geçen duygularına engel koymaya başlamışlar. Doğal
olarak da her anne kızı için elbette iyi olanı düşünürdü. Ama şimdiden her şeyi
de görmek mümkün değil. Düşüncelerimizin tam belirginleşmesi için zamana
ihtiyaç var. Bazıları da ‘’Köklerine bakmak gerekir,’’ diyor kökenine göre
köklerinde ne varsa neyin var olup olmadığına. Şimdi ki çağda kızlar öyle köke
bakmaya da gitmemiş aşk veya mantık evliliği öylece de yapıvermiştir. Birbirlerinde
arzu uyandıranlar güzel çirkin aramadan. ''Bazıları da niteliklerine de bakmak gerek,'' diyor. Kendi mesleğinden de biri ile evlendirilmeye. Bazıları da söylemler yolu ile
baskı uygulatılarak bir nevi evlendirilmeye zorlanmış. Bunlar toplumda rastladığımız şeyler,
Öğretmen öğretmenle memur memurla birbirlerini dengelesinler birbirlerini
daha iyi anlasınlar diye. Evlilikler
gerçek hayatta bu şekilde oluştuğu için uyum bu şekilde de büyükler tarafından
değerlendirilir. Yol tarifi gibi tarif yapmak, kökenine bakmak gerekir demek
yerine. Asıl olan geçerli olan kız ile oğlanın birbirlerini nasıl
değerlendirdikleridir. Geçinip geçinmeyecekleridir. Evliliklerin özünde yatan
denge sevgi saygı güven, sadakat, hoşgörü çünkü pek çok evlilikler bu değerler
değersizlikle yer değiştirildiğinden denge bozuluyor evlilikler yıkılıyordu.
18 Mart 2018 Pazar
İNSANLARIN ŞERRİNDEN RABBİME SIĞINIRIM

Eşim de bana diyor ki ''Facebook' da her türlü insan var. Niyeti bozuk insanlar Facebook'a daha çok takılıyor. İnsan başka hangi amaçla facebook'a girsin ki diyor? Ben de diyorum ki ''İletişim artık sanal oldu. Kaçınılmaz bir iletişim modeli belki mecburiyetten, belki avarelikten, sen kendini bundan soyutlayamazsın. Elmanın biri çürük çıktı diye tüm kovadaki elmaları da çöpe atamazsın. Belki senin işine yarayacak çok beğeneceğin sevdiğin elma da o kovanın içinde nereden biliyorsun? Hemen yaşın yanında kuruyu da yakıyorsun.'' Hem bana diyor ki ''Girme Facebook' a, isin yanına giden is misin yanına giden mis kokar.'' ''Benim gittiğim yol belli, girdiğim siteler belli başkaları gelip bulaşmaya çalışıyorlar. ''''İşte ben de onu söylüyorum ayağına pislik bulaşır girme gitme yazma oralarda.''
İyi öyleyse kadın kısmı evinde otursun bir tane pislik yüzünden korksun başkaları da öyledir diye dışarı çıkamasın öyle mi? Ben kendimden sorumluyum. Kendimin bekçisiyim. Önce kendime sonra Rabbime sonra da eşime hesap vermeliyim. Benim namusum da ben den sorulur. Çünkü hesap divanı kurulduğunda o namusun hesabını ben vereceğim kalkıp da eşim vermeyecek. O yüzden ona da ikinci derecede namus bekçiliği düşer. Önce ben kendi kendimin bekçisiyim.
BU NEDİR YA

Bu nedir ya? Farklı bayan isimleri altında girip de Facebook' dan rahatsız etmek.
Benim işlediğim konu belli, yolum belli yaşım elli. Benim sizle ne işim
olabilir? Siz ki iki de bir başka bayan isimleri altında rahatsız
ediyorsunuz. Bana sıkıntı veriyorsunuz. Üstelik ben Facebook' da öyle saçma şeyler de
paylaşmıyorum resmim de bir adet vesikalık.
Ayrıca ben mutlu evli ve çocukluyum.
Gençlerin çok hızlı boşanmalarına evliliklerini bir paçavra gibi kenara
atmalarına çok üzülüyorum. Bu konuda da pek çok gözlem
araştırma, bilgilerim var. Bunları da paylaşmak istiyorum . Lütfen o
kişi veya kişiler kimse yoluma taş koymasın benim umutlarımı kırmasın.
Korkuyorum faceye girmeye normal bayan arkadaşmış gibi kabul
ediyorum bir de bakıyorum ki erkek. İki aydır rahatsız
ediliyorum.''....... ''Bu ismin arkadaşlığını kabul etmedim sık sık ''merhaba,''
yazıyor engelledim. Diğerlerini de arkadaşlıktan sildim. Bu nedir
ya? Ben orta yaşlı bir kadınken korkuyorum başıma bir iş açacağım diye ben
normal seyrimde ve rotam da giderken bu nedir ya? Bayan isimleri altından erkek
çıkıyor.''.......''bir ayda dört ayrı isim bayan adı altında rahatsız
ediyorlar. Bu sebeple hepsini de engelledim.''........'' genç bir kız çocuğu
resmi vardı. Ertesi gün profil boş o kızın olduğu ayrı bir sayfa yine var. Yani
o kızın resmini kullanarak bana arkadaşlık isteği göndermiş. Yine
aynı yöntem derken bir başkası, ortak 12 arkadaş var
faceyi yeni açmış ve çok az paylaşım yapmış.
RÜYAMDA
Bu sıkıntılı günlerimde rüyamda bir duvar gördüm.
Duvarı tıklattım baktım arkadan da sesler geliyor. Duvardan bir taş çektim.
Orada bir gedik oluştu. O gedikten onlarca fare yere döküldü. Yanımda da babam
var birlikte o fareleri şehrin parkına kadar sürdük.
Yorumu: Duvar Facebook, tıklatınca kötü niyetli insanlar ortaya
çıkıyorlar.Fakat ben de salih niyetliyim çünkü rüyamda yanımdaki kişi babam. Fareleri yok etmiyoruz şehir parkına doğru sürüyoruz.Neden? Çünkü yaşadığımız
hayatta kötüler olmazsa yanı başımızdaki iyilerin değerini bilemeyiz. Onlar
olmasa Facebook' ta ki bazı değerli insanlardan da söz edemeyiz. İllaki onlarda
olacaklar. Yoksa iyilerin kıymetini anlayamayız.
10 Mart 2018 Cumartesi
HOŞGÖRÜ GÜNÜ

Günahsız günler peşindeyim. Üretim
verimlilik başarı hedeflerim arasında. İnsan ilişkileri sosyalleşme ne kadar dedikodu
çevresinde dönüyorsa orada ben yokum. Varsın soğuk hiç kimseyle konuşmaz
desinler. Dedikodu üretmekle geçirilen zamanı başka iş kollarında harcasalardı
gelecekleri çok farklı olacaktı. Kimseyle derdim yok iken zaman her şeye
ilaçtır diyorum. Rabbim her şeyin hayırlısını versin. Sözlerim dilimizden çıkan
sözlerin dilimize gelmeden önce kalbimizde ölçüp biçip tartıp sonra dilimize
gönderelim. Sözlerin kullanışı ve geçişi ruhsatlı olsun. Her söze, her kelama
ruhsat verilmesin. Ortalama yaşam süren biz insanların tek sosyalleşmede geçim
kaynağı maalesef dedikodu. Hayata tek
pencereden bakan çözüme giden yolun bir tek bu çözümü olduğunu zanneden
insanların iletişimi, birbirlerinin haklarına tecavüz etmek için kullanıyorlar
dillerini. Esnek düşünme kendini onun
yerine koyma bir zamanlar birlikte yediğin yemek, hepsi unutulmuş. Çembere
üçüncü dördünü kişiler de girince. Birbiri ardına kuyu kazılma senin de kuyunu
kazacaklar. O kuyuya mutlaka birileri düşecek. Birilerinin parmağı acıyınca
senin de acıyacak. Çevre konum ortam aynı bu bir ev, aile iş arkadaşlığı,
mahalle komşuluğu olabilir. Ortam aynı sonuçta.
İnsanlar birbirlerini incitmekten üzmekten ne kadar zevk alıyorlar. Tepkimelerimiz
hep karşı tarafı üzmek adına kötü
anılarımızı anlatıyoruz ve beynimizin flash belleğine onları yüklüyoruz. Güzel
anıları unutuveriyoruz. İnsanlardaki bu tahammülsüzlük hele hele Yunusun
diyarında ‘’Yaradılanı hoş gör yaradandan ötürü’’ cümlesinden sonra bütün
sözler biter. Dedikoduya kırıcı olmaya en güzel cevap. Rabbim ilim fen yolunda
zaman harcamaya sırtımıza da ahirette başımızı ağrıtacak kadar fazla yük
yüklememeyi nasip etsin. Yükümüz inşallah sevap hayır başarı olsun. Kimsenin
kimse de ne alacağı kalsın ne vereceği.
DEDİKODU GÜNÜ

Dedikodu mekanizması o kadar güzel ve
hızlı işliyor ki kendilerinin olmak istedikleri yerde, birde bakmışsınız ki
konuştuklarını unutmuşlar. Olmazı olur yapmışlar. Birisi gelmiş bir diğerine
küçücük bir laf sokuşturmuş, o kişi de bir pire için yorgan yakmaya karar
vermiş. Dedikodu o kadar kısa süreli
mayalanmış üretilmiş ki artık hiç kimsenin kirli çamaşırları biriktirmeye ve
üzerine sünger çekmeye gereği kalmamış. Dedikodulu hayatı yaşayanlarında her an
her dakika patlamaya hazır bir bomba gibi sıkılmış yumruklarla birbirlerini bekliyorlar.
Takip ediyorlar. Bazı konularda ise ortada çekirdek kabuğunu bile dolduracak
bir olay konu yok. İnsanların birbirlerine tahammülleri kalmamış dedikodu elektrik
kablosundaki cereyandan hızlı birbirlerine dolanmış kablolarına gitmiş. O şunu
demiş bu şunu demiş, yok yok öyle şeyler olur olmaz şeyler. Kardeşim bırak kim
ne demişse demiş ben ilgilenmiyorum. Olayları oluruna bırakıyorum. Orta yol
benimkisi çoğunluk ne derse de kabulüm . Mahkeme salonu değil ya sonuçta,
lafları attırma, kovma, dövme, sövme geç bunları geç. Gün hoşgörü günü bu gün
varız yarın yokuz. Hayata bu pencereden bakın bir varmış bir yokmuş. Bir
bakmışsın ki dedikodusunu yaptığın insan yarın yok. Nasıl bulup da
helalleşeceksin? Nasıl ahirette hesap vereceksin? Önce aynada kendi yüzüne bak sonra başkalarını
eleştir. Yol yordam iz gölge her şey seni takip ediyor. Yaptıklarının izleri
karşındaki insanın sana davranışları senin aynadaki yüzün dışa vuruşun. Sen
nasıl görünüyorsan öylesin atalarımız ne demiş, ‘’Sen gel bana bir ayak ben
gelirim on ayak.’’ Suyu akışına bırak dilindeki sözlerden utan. O sözleri onun
yüzüne söyleyebiliyor musun? Kalbin gece
başını yastığa koyduğunda nefis muhasebesi yaptığında keşke konuşmasaydım diyor
mu? Yoksa yarın ki güne yeni dedikodu malzemesi üretme peşinde misin? Yaptığın
dedikodularda bir gün senin de ayağına dolanır. Dilindeki zehirli yılan bir gün
gelir seni de sokar. Soktu da belki ama işine gelmiyor, pişkinliğe veriyorsun
gamsızlığa vurdumduymazlığa.
DEDİKODU ÜRETİLİYOR
Bu günde her zaman ki gibi kalemimi hiç
kaldırmadan sözümün bittiği yere kadar yazacağım. Son noktamı inşallah cümlemin
sonunda hayırla koyacağım. İçim buram buram sevda türküleri söylerken bedenim
yine ayrıldı ruhumdan. Dışarıdan gelen kasvetli hava gergin konuşmalar. İç
dünyama yansıtmasam da bedenimi bir hayli yordu. Gözlerim eskisi gibi pırıl pırıl bakamıyor
dünyaya ellerim eskisi gibi şıkır şıkır işlemiyor. Gönül yorgunu da değilim, beden
yorgunu, benimle ilgisi olmayan uzağımdaki olayların beden duvarına çarpıp geri
aksetmesi. Bu da benim bedenimde tabi ki deprem etkisi yaratıyor. Bu günlerde
bulunduğum çevremde bolca dedikodu üretiliyor. Uzak durmak isteme mesafesinde
bile vücuduma çarpıp çarpıp geri itekleniyor. Ruhuma göndermiyorum dilime söz
olarak getirmiyorum tepkimelerim bedensel mimiklerim ise yapmacık davranamıyor.
‘’Emir olunduğumuz gibi dosdoğru ol.’’ İçindeki ince çizgi kul ile kul. Kul ile Rab arasındaki ilişkiyi bu kadar dedikodunun içine dalmış dedikodu deryasında
yüzenler nereden bilecekler? Ben, beni mutlu eden kendi dünyamda hayallerime,
hayallerime karışmış tasarımlarıma araştırma merak ettiğim konulara dalarak
günü kurtarma peşindeyim. Ben kendimi böyle huzurlu buluyorum. Orta yol, vasat yol.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)