30 Nisan 2018 Pazartesi

SÜNGER


        Ağlama, artık geçmişin takıntılarını bırak geçmişin acı yüzü ile her gün yüzleşmeyi ruhunu yormayı artık pes unutmak istiyorum de üzerine sünger çek. ‘’Unutmak kolay olsa çoktan unuturdum, çareler çaresiz zamanlar zamansız uzayan gecelerde vakitler zamansız ah ne yapsam ne yapsam unutabilsem kendimi unuttun unutuldum da bir tek geçmişimi unutamadım.’’ Kendimi yönlendirmemde çok işime yarayacaktı ah bir unutabilseydim. Geçmişten gelen içimden fışkıran üzücü anılarıma uydurduğum hayali senaryolar. Diyorum ya benim hafıza kartım bana en lazım olmayan çöplük değerindeki hatıraları belleğine kazımış unutmak istiyorum. Kendimin devamlılığından billur gibi tertemiz sularda yüzmemi, akışkan olup aşk şerbeti gibi içmemi içenlere de susuzluk nedir bilmezler olmayı. Hepsini, kendimin genç dinamik özgüvenli duru sabunu ile yıkanmış şekli ile tertemiz olmaya aday,  ruh ve beden aynı dili konuşuncaya kadar bir birey olmaya talip. Ben kendimi başka nasıl tarif edeyim ki yemek tarifi gibi bir liste hazırlasam gram gramına konulması gereken malzemeler birinin fazlalığı veya eksikliği benim tadımı bozar. İşte ben böyle ince bir çizgi üzerinde yaşıyorum. Dökme su ile değirmen dönmez kendimi en çok anlatma en çok beni anlayan biri var mı demem hep benim en çok içimin acıdığı çok öfkelendiğim gözlerimin çakmak çakmak olduğu zamanlar olmuştur. Bir dost arayışım kalemle kağıtla dost oluşum sırdaş oluşum tekrar beni bana anlatması iyi ki varsınız. Bana ait olmayan hiçbir şeye el uzatmam beni yaralamayan. İçime cız etmeyen her şeyi unutur giderim.

DUYGU İNSANI


       Benim beceriksiz öfkem bakışlarda parlıyor bedenim kavgaya bürünüyor sert mizacım ilk izlenim notumun kötü oluşu kendime artı olarak kazandırdığım olumsuz değerler. Benim içimdeki mutlu sevgi dolu iyi hoş neşeli taraflarımın üzerine bir kara bulut gibi yayılıyor. Bu zıtlığı fark eden bir kul da çıkmıyor. Beni bütünleyen cılız ve ses getirmeyen taraflarımı dillerine dolamışlar ne yaparsan sen edemezsin boşuna uğraşma olmaz hep olumsuz hep olumsuz. Ben duygu insanıyım duygularımın esiriyim beni onlar yönlendiriyorlar. Ne kadar azim ve kararlılıkla çalışma içgüdüsü hep canlı hep diri ise arılar kadar çalışkan olsam da en ufak bir ince dokunuş bam telimi titretir beni can evimden vurur işte o zaman arının iğnesi çıkar ortaya bütün acısıyla beni sokar ve alır benden bütün çalışma isteğini içimdeki enerjiyi. İşte ben, ‘’Bu yüzden yorgunum bu yüzden dargın yorgunum yorgun.’’ Kendimin başlattığı problemlere kendim denklem kurar çözme aşamasına giderim. Ben nerede hata yaptım. ‘’Bitti dünyam ziyan oldum ziyan,’’ diye. Bu ince dokunuş bu titiz çalışma beni daha da gererek daha da hızlı ve daha da öfkeli yapar. İnsan ilişkilerinde sıfırı tüketmiş biri olarak yeniden şaha kalkıp zaferler kazanabilir miyim diye kendimi teselli için soruyorum. Daha önce kazanmış olduğum bir zaferin var mıydı? Düşünüyorum hayır yok hiç yok. 

BEN SENİNLE GÜZELLEŞTİM


    Kendini savunma güçlü kollar güçlü silahlar çocukluktan okul yıllarımdan çalışma hayatımdan hep benimle birlikte gelen benimle süregelen bir köleliğe ve tutsaklığa hayır savaşı. ‘’Aşk gelince cümle eksiklikler biter.’’ Canımın yarısı benim ruh ikizim bir elmanın yarısı. Aşk dedikleri bu olsa gerek gerçek aşk sana değer veriyor, sana sen olduğun için seviyor, karşılıksız almadan veriyor. Senin içindeki cevherleri çıkarmana sana yardımcı oluyor, sana bir göz bir kulak, bir can yoldaşı, bir arkadaş, bir dost, bir sevgili bir eş oluyor. Şans bu kez benden yana piyango bana vurdu. Aşk piyangosu eş piyangosu mutluluğu yudum yudum içiyorum diyecek kadar. Rabbime giden yolda onun üzerinden geçene kadar aşk.  Seni veren Allah’a şükürler olsun, sonsuz şükürler olsun. Benim öfke ateşimi söndüren ruhumu dindiren en güzel duruluş. Bütün çevremi insanları kendimden bir bir uzaklaştırırken uzaklaştırmak için çaba gösterirken bundan bir gün bile ayrı kalmak bana ayrılık acısı gibi geliyor. Uzakta olduğu birkaç saatlik zamanlarda gözümün önünde pervane gibi hayalinin dönüşü beni ona karşı konulmaz bir tutku ile bağlıyor. Bunun adı sevgi güven aşk sadakat değer vermek. ‘’İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız, sen benimle ben seninle bu hayatı yaşamalıyız, severek birbirimizi hayatta hep gülmeliyiz, yaşamanın gayesini seni sevince anladım.’’ En güzel başarılarımı onun sayesinde gerçekleştirdim. Ben onun yanında güzelleştim. Ben en can sıkıcı sorunlarımdan onun sayesinde kurtuldum. 
       İyi huylu ağır başlı yardımseverlik halim bana iyi insan pozisyonu kazandırıyorsa, benim  bu halimden başkalarını bana vur başına al ekmeğini, sen ona iyilik yap o başkalarına hürmet etsin şekline dönüşüyorsa. Benim değersiz salakça bir konuma düşmemden yaptığım hesapların yanlışlığını bana kendini siper ederek de önlemiştir.






28 Nisan 2018 Cumartesi

NE OLUR ISLAK ISLAK BAKMA ÖYLE


    Ruhum hazinelerle dolu açmasını bir bilsen öyle güzel ki gözlerin bakmasını bir bilsen. Bana ait olan her şey bu hazinede gizli, gizli yapımda sır vermeyen kapalı kutuda. Kat kat gözle görülmeyen bir yabancılığın ve gizemin altında. Sade sönük bir beden üzerinde alev görüntüsü veren tehlikeli bakışların ardında. Kendimdeki cevherden dışarıya bazen coştukça taşan lavlar gibi dışarıya akıttığım öfke ile karışık benin izleri örneklerini bazılarınız görüyor, bazılarınız görmezden geliyor. Sıradanmış gibi. Pekala beni siz de gözlemlemiş olsaydınız içimdeki cevheri görebilirdiniz, aydınlatıcı etkisi güneşimi, güneşimin sıcaklığını. 
    Benim kalbimin ritmini bir bardak çaydaki tenin etkisi hızlandırabiliyorsa tembel ihmalkar halime bir itekleme görevini üstleniyorsa sevincimi yüzümdeki görüntüyü değiştirebiliyorsa, pekala siz neden yapmayasınız? Siz de yapabilirsiniz.Ben kendi kabuğuma çekilmiş kendi içime hapsolmuş kendi buz dağımı kıramamışken tamamen platonik hayaller dünyasında yaşarken siz özgüven sahibi insanlar, sosyal arkadaşlıklar kurabilen insanlar sosyal dürtülerini tatmin eden insanlar. ''Komşuda pişer bize de düşer,'' hiç kıskanmadan beni kendi savaşımın gölgesinden sessizce çıkaracak beni okuyacak anlayacak. Beni tercüme edecek gönlüme mektuplar yazacak benimle bilgilenecek, neden konuşan gözüm duyan kulağım olmuyorsunuz? Ses verin öyle ıslak ıslak bakmayın yüzüme. Bana bir şeyler söyleyin doğru muyum yanlış mıyım? 

ŞEHİR VE MERAK


      Şehirde büyümüş bir köylü gibi davranıyorum. 
Köyde yaşayanlar şehir hayatına merak ve özentileri onları her şeye doyumsuz yapıyor. Şehirde her şeyi dobra dobra yaşamak istiyorlar. Bir doyumsuzluk içinde her gördüklerine saldırıyorlar. Oysa ben şehrin bütün nimetlerinin içinde yüzerken her şey tatsız tuzsuz geliyor. Şanslı taraflarımı görmezden gelip ertelemeler, oyalanmalar, ihmalkarlık zinciri ayağına gelen fırsatları bana göstermiyor. Şehir bana merak kokmuyor. Kendimi merak ettiğim kadar. En çekingen taraflarımın en gizli duygularımın miktar ve derecelerini merak ettiğim kadar. İdeal düşüncelerim var kaskatı duvar gibi önümde duruyor. Duvar gibi tıpkı beni bir adım öne attırmıyor. Korkaklık ve cesaretsizlik çemberi altında yok olup gidiyorlar. Ya günümüz gençleri öyle mi yapıyor? Afacan çocuklar? Hepsi kendilerini anlatma yeteneğine sahip dilleri papuç gibi, meraklı bakışlar kendilerine çevrilmiş, merak duyguları uyandırılmış, hedefleri var ulaşmak istedikleri almışlar yanlarına erzaklarını çıkmışlar yola cesaret azim ve kararlılıkla.

BEN YAZARIM

        Pratik bir zekaya sahip olmadığımdan insanlarla diyalogda sözcükler ağzımdan çarçapuk dökülüvermiyor. Konuşarak değil de daha çok yazarak iletişime geçmek, en güzel olanı bu. Yazmak deşarj olmak bana göre antideprasan hapları kullanmaktan daha iyi daha kuvvetli özellikle can sıkıntısına bire bir. Neden mi?İnsanların yüzlerine karşı söyleyemediklerini en hicivli şekli ile yazıya aktarabiliyorsun. Çeşitli insan portreleri içinde gezinmek kendine bir rol çizmek onları yontmak biçmek kesmek keyifli bir yolculuk. Doğrusu ne kendimden kaçıyorum ne de onlara yaklaşıyorum ne de onlar kendilerinin onlar olduğunu anlayabiliyorlar yani dedikodu yapmıyorsun. Maskeli sözler hiç kimseye söz hakkı vermeden ya da savunma mekanizmalarını çalıştırmadan daha doğrusu kimseye eyvallah demeden yazmak insanlarla düşüp kalkmak ama hiç kimseye hesap vermemek. Bir sonraki söyleyeceğin kelimeleri kafanda tasarlamaya gerek kalmadan hayallerinizi de katarak katışıksız set bir kompost hazırlamak, kendimi tatmin için hoş bir eğlencelik, hiç kimseye hesap vermiyorum, mahremlerine dokunmuyorum yüzlerine söyleyemeyeceğim kelimeleri sadece dokundurtturuyorum😄

27 Nisan 2018 Cuma

SEN YAPAMAZSIN


      Birileri tarafından gem vurulmuş sen yapamazsın edemezsin. ''Senden ne köy olur ne kasaba'' kim bilir şimdiye kadar bu sözler kaç kişiyi hayata küstürmüştür. Kendini tanımadan yaşadıklarını seve seve kabullenmeye ya da kişiyi kendi demir parmaklıklarının arasında yaşamaya sonsuz huzursuzluğa katlanmaya mahkum etmiştir. Açıl denizlere yok illaki büyük sözü dinlenecek bu bir ata, bir koca, bir ayak bağı sen yapamazsın set vuruldu, karar verildi, senden bir şey olmaz kırıldı cesaretim küllendi. Değer verdiğin saygı duyduğun biriciklerin,  sana hakim yargıç olarak karar vermişlerse senin onlara bir ömür boyu başa kalkman sürtüşmenden doğal ne olabilir? Benim bazı biriciklerimle yıldızımın hiç barışmadığı gibi. Yaşım geçmiş eski neşe ve zevk heyecan çalışma dinamizmi gençliğimi arıyorum bana geri verebilir misiniz? Hafıza kartı istiyorum unutkanlığıma çare yorgun bedenime doping etkisi yapacak bir derman hangisini bana geri verebilirsiniz? İşte şimdi sizlere karşı kin besliyorum. Kendimi yiyorum köreldim kör bıçakla kestiniz beni kopardınız hayallerimden hayata insanlara küskünlüğüm hep bu yüzden, ağlamam hep bu yüzden insanlarla diyaloğa girememem hep bu yüzden. İnatla hiç durmadan kendimi anlatmam başkalarının beni anlamasını beklemem hep bu yüzden. Bana vurulmuş olan bu gem, beni kendimi keşfetmemde tembelleştirdi agresifleştirdi,  korkaklaştırdı cesaretimi kırdı ne kendi fikrimi beyan edebiliyorum ne de görüşlerimi hep stop hep stop şu ana kadar aldığım yaralardan kanlar akıyor ne kadar canım acıyor.  

BEN MUTLU


            Ne sahte gülücüklere ne de sahte hayatlara karnım tok. Ben hayatı kendi içimde yaşıyorum onlar öyle mutlu ben böyle mutlu ne var bunda? Ben sizi ne yapayım günah pervaneleri işkembelerini ne ile doldurdukları belli değil. Bal tutan parmağını yalarmış ya kul hakkı yetim hakkı? Sosyal iletişim dedikodunun ötekisine geçmez çarşı pazarda vallahiler havada uçuşuyor, bir mal satıp adam kandıracağız diye hepsi sizin olsun ne bulduysanız dünyaya ait doldurun ceplerinize kefenin cebi var mı? Neyse fazla sataşmayalım çünkü çoğunluktasınız ben şimdi tek gibi görünüyorum. Sizin dünyanız size benim dünyam bana. Ben şu an pasif bir duruş sergiliyorum. Sizlere içten içe kızıyorum bunu kendimi sizden korumak için yapıyorum. Sizlerle savaşa girersem ne zaman girdiysem hep kaybettim. Yenildim ben sizin gibi laf ebeliği yapamam hazır cevap da değilim. Öfkem var benim hemen parlayıveren ve aklı götüren. En haklı konumda dahi olsam buyrun düelloya desem yine de bakmışsınız ki ben haksız konuma düşüvermişim. Hep bu patlayıveren öfkem sayesinde akıl nerede sakinlik nerede? Kişiliğimin tamir ve bakımını üstlenmişim haberliyim iyi huylarımın yeşermesi ve devamlılığı kötü huylarımın kökünden kazınması için ömrün yettiğince her gün tatbikat yapmalıyım.
    Güzel olana, iyi olana, alkış tutulana ben de alkış tutarım elbet. Ülkemde güzel şeyler oluyor güzel ve mutlu günler güzel bir gelecek güzel bir nesil geliyor. Ben tek başıma da sevinirim yalnız başıma da alkış tutarım artık çoğaldınız ne güzel.

YALNIZ GİDERİM


         Kendim üzerime işlediğim nakışlar bana ait istersem söküyor tekrar işliyorum. Kendi iç dünyamda. Kendime seramiğe şekil veren balçık gibi kendimin duruşunun hamurunu fırına verdim pişiriyorum. Nasıl yani herkes bir yere çöp atıyor diye diğerleri de atıyor, birileri trafik kurallarına uymuyor diye herkes uymuyor. Birileri birilerini etkiliyor etkileşim bir rüzgar gibi tüm bir toplumu etkiliyor. Ben neden farklılığı seçiyorum Onların gittiği yoldan değil de kendi bildiğim yoldan gidiyorum. Benim devamlı bir tek sloganım var. Hak bildiğin yolda yalnız gideceksin. Tamam o kadar bitti. Bu sıra dışılık tezatlık gökyüzündeki yıldızlar gibi tek tek kalsa da yalnız günün birinde bizde elbet çoğalıp aydınlık ışık olarak parlayacağız. Şu an kendimi kendime kilitlemişim saklı tutuyorum, kimseyle paylaşmıyorum. Birinin birilerine veya tek birine anlatacağım bir dostum yol arkadaşım çıkacak karşıma ona kendimden dilim dilim pay pay paylaşma izni vereceğim. Alaaddin’i bekleyen sihirli lambası misali ancak o zaman lambadaki adam dışarı çıkacak göz kırpacak.

      Daima hak bildiğim yolda yalnız gittiğimden benim düşüncelerim sanki negatif bir düşünce imiş gibi hep yalnız kalır. Yani benimle anlaşmak imkansız gibi görünür dışarıdan bakıldığında. Kazdığım kuyudan su çıkmaması hep elimi attığım işten hayır görememem beceriksizliğe sayıyorum. Bu beceriksizliğimin ve başarısızlığımın ben de çekingenlik duygusu yaratacağı cesaretimi esaret altına alacağını nereden bilebilirim? Ruhumda kopan bu fırtınalar asık suratlı birisi olarak yüzüme vuruyor. İkilem burada da başladı.

BEN ÖZELİM


          
   Ne güzel; içinde hiç bitmeyen acaba sorusu, merak duygusu, seni kendi iç dünyandaki labirentlerde yol almanı sağlıyor. İç dünyanın kıvrımlı yollarında senin belirlediğin hedefine varmana yardımcı olacak. Kendini fethetmeye başlamışsın ne güzel, herkesten farkındalığın bu işte. Çoğu insan kendini analiz etmeden yemek ile tuvalet arasında iletişim kurarak yaşar ve ölür gider. Bu içindeki merak duygusu ile birleştirip test ettiğin kendini, başkalarına sor bakalım onlar da yapıyorlar mıdır? Zannetmiyorum. En ufak bir uygulamaya geçmedikleri gibi ''Bunu senden başka kimse yapmaz,'' diye sana set bile vurmuşlardır. Yani acayip karşılamışlardır. Kendimi onların yanında zayıf cılız ses çıkaran aciz çaresiz ve korkak gösteriyorsam, ben, kendi duygu ve akıl çöplüğümde araştırmalarımı yapıyorum. Bir gün midye içini açacak, bir gün tıpkı değerli bir taş gibi parlayacağım biliyorum. Ben özelim. Ben sadece kurtların içine düşmüş bir kuzuyum. ''Duygusal yönü ağır basan birini, tıpkı, sabun köpüğü gibi basit yaşantılardaki insanların, suyun üzerindeki kabarcıkların dipteki sudan haberdar olmaması gibi seni anlayamazlar. Seni ancak seven anlar. Kapat artık bu sana acı veren kapıları girmesin o vefasızlar. Sen bu dünyaya ait değilsin çocuğum seni leylekler getirdi. Senin gibi eşine az rastlanan neslinin son örneği numune insanlar incelemeye araştırmaya, kişisel testlere, analizlere ağırlık verenler, kulakları ve gözleri pür dikkat kesildiğinde en ufak bir ayrıntıyı kaçırmadan kalbinin de sesini dinleyerek anlayan insanlara ancak kendilerini anlatabilirler. Kendi çevrende ruhunun sırlarını ancak onlara açabilirsin.'' Benim çevremde böyle insanlar yok. ''Hiç aradın mı? Hiç aradın mı?'' Benim çevrem kendini farklı gösteren, kendi reklamlarını yapan, aşırılıktan hoşlanan,  gürültücü boş tencereler bütün çevrem bunlardan ibaret. Bunların benim için benim de onlar için bir anlam ifade etmediğim ortada. Onlar yoluna ben yoluma.  Onları umursamıyorum demeyi öyle çok isterdim ki ama maalesef çevrem dikenli tellerle örülmüş gibi hep bu tip insanlarla örülü. Umurumda bile değilsiniz kaba sakal ailesi. Muhabbet tellallığı yapan kendilerini oyalayan uyuşuk kendini bir şey zanneden insanların içinde onların arasına girmediğime giremediğime de seviniyorum. Ben onlarla aşşık atamam onlarla aynı hamurdan değiliz kendimin farkındalığımın farkındayım ama ne çare ben, bu şehirde bu semtte bu binada bu komşularla yaşıyorum. Zaferi kazanmış bir komutan edası takınamam başarılı olamadığımdan, sosyal çevreden kazançlı çıkamadığım için yerinemem, bana getirisine bakarım sadece kazançlarıma. Bu düşmanların beni içten ve dıştan sarmalayarak bana ruhumun en ince ayrıntısına kadar detaylarına inebilmeyi test ettiriyor. Huzurlu ve iç içe geçmiş iyilerle kötülerin savaşı bu hal ve durum belki her kula nasip olmaz. Kendimi tamamen toplumdan soyutlamanın zevkini tada tada yaşıyorum.

26 Nisan 2018 Perşembe

YAPAY ÇEVRE

        Nedense ben boş teneke misali ses çıkaran insanlar cümlesinde herkesin güldüğüne gülemiyorum. Saman alevi gibi anlık haz veren boş avare sözlere de karnım tok. Nerede çalgı orada kalgı boş oyunlara, boş gezip, boş laf yapanlarla da işim olmaz. Kendime yapay bir çevre kazanma amacı gütmeyen ben neden bir toplumda mecburen katılmak zorunda olduğum bir toplumda iki kelimeyi bir araya getiremiyorum. İki kişi ile üçüncü şahıs olarak sohbet edemiyorum da acınacak hale düşüyorum. Biraz kahvehane adamı ol boş lakırtı boş şakırtı. Utanma eziklik duygusu yaşama kendini biraz geliştir sende. Hayır hayır yüz bin kere hayır yıllar boyunca kişiliğimi zorlamaya onlar gibi olmamak için boş lafa boş cevap ha ha hahi hi hi bana çok adi ve bayağı gelen bu davranışları sergilemeye onlar gibi övünmeye kendimi onların içine katmak için saçma sapan kendilerini bir adım öne götürmeyen konularda ve konuşmalarda fikir beyan etmeye hiç niyetim yok. Çok basit çok boş bir girişim yapmam asla da yapmam. Bedelini sevgisizlik arkadaşsızlık ve sosyal iletişimden uzak olarak ödesem de bu acılarla yaşarım zahmetine de katlanırım.
        Bu farklılığım çoğu kez içimi beklenti ile doldurmuş bana da hüzün vermiştir. Neden sorusunu kendime bolca sormuşumdur hal bu ki ne ektin ki ne biçesin öyle değil mi? Neyin çekici hangi yönün senin al benin nerede? Çekingen, utangaç, ilk selam veren sen olmadığın sürece sosyal iletişimde son derece şanssızsın ve oyunun dışındasın bunu bilesin. Aklın ve mantığın ne güzel de kendini analiz etmene izin veriyor. Hayatta başarısız olmanın yollarını güzel de öğrenmişsin psikolojik yönden uyanmışsın da bir de fiziksel aktivite olarak uygulamaya geçsen diyorum. 

SAHTE DUYGULAR


     Sahte sahnelerde kurulmuş dekor ve oyunculardan sanal göstermelik ve karışık tutarsız işlerden hemen ruhumun haberi olur, bana itici gelir o çevre. Ben gerçek doğal olan ne varsa o taraftayım. Başkalarının bilgi ve deneyimleri yapmacık geliyor. Bayağı olanlardan sahte olanlardan duygu sömürüsü ile yaklaşanlardan hemen uzaklaşırım sevmem. İteklerim keyfimi kaçırmasınlar diye. Bazen bu sahte oyunlar o kadar abartılıyor ki ısrarcı ve kabul etkisi yaratacak şekilde kendimi bir saldırının ortasında kalmış gibi hissediyorum. Ruhumda karşı konulmaz bir sinir harbi başlatıyor. Sesim, ellerim titriyor kalbim yüksek hızla çarpıyor. Oradan uzaklaşma başka ne yapabilirim ki? İçimdeki devlerin savaşı devreye girmeden, duygusallıktan yıpranmış bedenime harabiyet vermeden anında o ortamı yok sayıyorum. Kendimi enayi yerine konmak, aldatılmak tehlikesiyle karşı karşıya bir insan olarak, karşımdakilere kızıyorum içimden. Bir cümle, bir bakış bir cümlenin kuruluşundaki bencillik duygusu, iğneleme yerme, küçük düşürme sözcükleri, hatta bazen bir abartılı övgü dolu söz bile yersiz ve gereksiz. Bu duygusal hareketle davranışların bedensel bütünleşmesi ben de tam tamına o kişilere karşı bir sevimsizlik duygusu uyandırıyor. Çok tatsız ve yavan gerçekten uzak ve yapmacık. Çok az insana katlanabiliyorum bu da benim zayıf noktam. Duyarlı oluşum kişilere karşı değil, kötü niyetliliği fark ettiğim noktada başlıyor. İkiyüzlülük benim defterimde yazmaz. Dürüst ve yalancı olmayışımdan verdiğim sözleri mutlaka ve mutlaka yerine getirmemden hep övünç duymuşumdur.

25 Nisan 2018 Çarşamba

SARMA TADINDA


  
          Eli hünerli üç kadın bir araya gelsek sarma sarsak tabaklar küçük, orta, büyük olsa çarşının içinde bir de dükkan tutsak fazla göz önünde olmasa imalathane gibi çalışsa çarşıdan alınacak siparişlere de yakın olsa. Pazarlamak için büyük marketlerle anlaşsak her markete günlük taze sarma sarsak. Devlet okullarından kurumlarından yurtlardan toplu siparişler alsak. 
      El emeği zahmetli bir iştir. Sarma sarması sabır ister, özen ister, temizlik ister her bir yaprak senin elinde şekillenmek ister. Var mısın üç kuruşu beş kuruş yapmaya? Acaba yapabilir miyiz ki sorusunun cevabını hemen ben de varım diye cevaplamaya. Var mısın kendini girişimcilik adına riske atmaya göle yoğurt mayası çalmaya? Kaybımız ne olur ki? Denemekten başka çaremiz yok.
        Sarmalar günlük üretilmeli iki gün içinde tüketilmeli. Satılmayan sarmalar marketlerden iade alınmalı toplu yemek yenilen yerlere son kullanım tarihi geçmeden satılmalı. Her tabakta sarmayı saran kişinin fişi (ad soyad yerine geçer) yapışık olmalı tabaktaki sorumluluğu almalı. Tek kişilik tek porsiyonluk kaplarda büfelere kafelere dağıtılmalı çok hızlı girişimci bir pazarlama elemanı bulmalı bütün iş onun hızlı ve etkili satışında noktalanmalı. Araba ile servise çıkmalı. İmalathanede taze taze yemek isteyenler için bölüm bulunmalı. Sarmanın üzeri limonlarla süslenmeli ve sadece zeytinyağlı sarma olmalı. Hedef koymalı bu üç girişimci kadın kendilerine büyümeleri açılmaları internetten siparişler almalı satış ağını genişletmeli
     Sarma sarmalama çalışma coşkusu motive edici içgüdüsel duygularım sarma tadında lezzetli geldi. Çalışma isteğinin tadı da bir başka.


YENİ NESİL ÇOCUKLAR


                                            
         Şimdiki gençlik daha aydınlık daha ferah eskiden karanlıkta, karanlık karamsar müziğin etrafında dolanan bir gençlik vardı. Şimdi o gençlik büyüdü.  Şimdi o gençliğin evlerinden pencerelerinden dışarıya ışıklar saçılıyor onlar da çocuklarını karamsar arabest müziğin pençesinden kurtarmışlar o ışık ki tüm mahalleyi evleri sokakları okulları şehirleri ülkeyi sarmış. Daha çok da evlere tünemiş o ışık bir zamanlar ezbere dayalı logaritma cetveli etrafında kıvranan anne ve babaları uyandırmış.
         Üstelik şimdinin anne ve babaları çocuklarına karşı otoriter de değiller daha yumuşak  ve anlayışlı konuşuyorlar onlarla üstelik şimdiki zamane çocukları da karamsar değil çünkü ortam karanlık değil ışık var. Her yerde her yer aydınlık.
           O zamanlar diyorum insanlar neden karanlığa doğru gidiyorlardı da pencereyi penceredeki ışığı göremiyorlardı? Satın aldıkları veya onlara verilen bilgileri onlara kim getirdi?
         Bekleyeceksin beklemedesin. Uyuyacaksın uyutulacaksın. Kanacaksın kandırılacaksın ta ki birileri çıkıp da senin önündeki yemeği değiştirene dek. Ta ki üzerindeki siyah önlüğü çıkarıp mavi önlüğü giydirene dek ta ki bazı tabuların yıkılıp yeniliğe kapılar açılana dek.
        İnsanların bazıları onun gittiği yoldan gitmedi. ‘’Gavur hasımsa yemeği yenmez icadı evlere girmez.’ ’Dedi.
     Oysa çoğu evlere iki çatallı icat gelmişti ışıklar yanıyor insanlar ağaçlarda tünüyor gavur icadını seyrediyor. Her evde aynı mahkeme suratlı kadınlar arkalarını dönüyorlar sonradan da görüyorum onları da arkalarını dönüp dönüp seyrediyorlar sonra hepsi hep birlikte aynı rüyayı görmek için uyuyorlar.
     Sen de gel kardeşim bak bu ev de de ışık var belli ki o ev de de televizyon var.  O evin çatısında da iki çatal var. O televizyonun da iki düğmesi var bir yeşil biri kırmızı.  İki komşu geliyor birbirlerine iki yıldır küs biri çıkıyor biri giriyor, ikisi de birbirlerine karşı katır gibi inatçı. Başka biri daha geliyor. Sütçü o da girmek için izin istiyor ve o da içeri giriyor. Kapının eşiğine kadar insan dolu kapının eşiği sert olan yer de oturuyor kapı açık gelenlere kapı açık. Gelenlerin bazılarının üstü başı kirli kiminin çamurlu kiminin tozlu paslı. Akşamcıların ise üstleri başları temiz saçları cilalı sokaklarda ister istemez kalabalık televizyon yerine oyun tercih edenler de var. Sen olsan hangisini tercih ederdin? Ben bir torba dolusu tombalayı tercih ederim öyleyse orada dur ve bekle, o içeri oyunu sonra ışıklar sönüyor. Evli evine köylü köyüne herkes dağılıyor. Çoğu aileler evlerine televizyon aldırıyor. ''Hiç bir zaman o gavur icadı benim evime giremez,'' diyenlerin evlerine de giriyor.
      Uzun süredir sokaklarda in cin top oynuyor çocuklar gözükmüyor. Çocuklar meydanlara inmiyor başları eğik bilgisayara internete bakıyor oyun indiriyor oyun kopyalıyor. İnternetten önce çok neşelilerdi. Çocuklar boğuluyorlar, boğulduklarının farkında bile değiller. Boş boş bakıyorlar etrafa bomboş oyundan çıkıyor oyuna giriyor.  Beyni yoruluyor uyuyakalıyor. Ne zamandan beridir böyle? Ne zamandır, uzun zamandır. Başka evlerden başka çocuklar onlar da aynı şu an birinin yanına git sana bön bön bakar bak o da sana bakıyor. ‘’Hayır sana bakmıyor oyundaki eksik parçaların yerlerini düşünüyor.’’
         Öyleyse aileler bu çocukları muz ile beslemeli muz iyi gelir. Hiç de iyi gelmez en iyisi bu çocukları dışarı çıkarmalı sokağa. Sokağa çıkmak için istemesi gerek bu çocuklar sokağı hiç bilmiyorlar bilmeyince de istemiyorlar. Yeni nesil çocukları zavallı çocuklar.


RENKLERİN CÜMBÜŞÜ


                                                               
     Halının ilmeklerinin sayısı belli değil. Bin bir ilmek. Hayata dair bir ilmek attık. Birinci ilmek tutunduk annemizin eline, ikinci ilmek apalamak. Üçüncüsü yürümek. Dördüncüsü konuşmak. Beşincisi ayağa kalkmak daha niceleri  her biri birer ilmek  ilmek  bizim hayatımıza işleniyor. Halıya modeli yalnızca sen koyuyorsun. Modelde kalıpta resim de sensin renkler sana ait.
Sarı; Ayrılık, hüzün, ilhamın bilginin rengi,
Mavi; Umut, hazır kazanç, düzen, huzur sadakat, güven ve güzellik😊
Yeşil; Uyum, paylaşım, yardımseverlik, iç açıcı ferahlatıcı hayırlı yol,😊
Kırmızı; Sıcaklık, dinamizm, enerji hareketlilik, dikkat çeker, aşk, mutluluk😊
Siyah; Işığı reddeden, kederin ölümün, hüznün yalnızlığın sırların rengi,
Kahverengi; Dayanıklı kuvvetli, kararlı asaletin rengi,😊
Turuncu; Sağlık mutluluk, canlılık, dışa dönük heyecanlı neşe coşku ve gösterişin rengi😊
Beyaz; Saflık temizlik, masumiyet titizliğin yeni bir başlangıcın rengi,
Gri; Belirsizliğin rengi,
Mor; Zenginlik asalet, ihtişam, lüksün rengi😊
Pembe ; Sevgi, yardımseverlik  yumuşak bir karakter,
Lacivert ;Düşüncenin, düzenin uyumun ruhsallığın ve başarının rengidir.😊
       Bizim halımız benim halım. Bütün bu renklerden oluşan iplik yumaklarını bir çuvala doldurup sonradan halının ilmekleri üzerine serpiştirecek olan sensin. Senin çizdiğin resmin.
       Renklerin kavgası seni bir adım öne götürme başarı konusunda sürekli devam eden bir kavga.  Liderliğin her renk kendine ait olmasını ister. Başarı varsa yeşil, beyaz. Asalet varsa siyah,  kahverengi. Mutluluk varsa turuncu,  pembe hemen sahiplenir. Liderliğini senin hayatın sen de o renkte kendini özdeşleştirirsin ve de çok seversin. Kahverengi benim rengim dersin diğer renklerin küstüğünden habersiz. Çünkü senin sen olman da bütün renklerin cümbüşü ortak çalışması var. Tıpkı gökkuşağı gibi sıra sıra dizilmiş renkler. Senin var oluş hikayende. Senin hikayende pay sahibi olmuşlar. Bütün renklerle birlikte sen de bütünleşmişler seninle birlikte ahenkli bir başarı hikayesi yaratmışlar. Renklerin kralı lideri senin rengin senin hayat hikayen olmuş. Yani bütün renkler kişisel özelliklerimiz yaşam kalitemiz bizim duruşumuz mücadelemiz olmuş hayatımıza bir anlam bir mana veren renklere acısı ve tatlısı ile bizim ayağa kalkmamıza yardımcı olan renklere aslında çok şey borçluyuz. Teşekkürler renk cümbüşü bana kazandırdıkların için.



24 Nisan 2018 Salı

KAYBOLMUŞ BENLİK


        Toplum hem kendini yeniliyor çağa ayak uyduruyor hem de kendini tüketiyor. Bir şeyler önceden eskiden geçmişte kalan nerede o eski günler dediğimiz vakalar yok bitti.  Yerini değişimler sosyal sanal alemler bireysel özgürlükler aldı. Hayatımız kılık değiştirdi toplum yavaş yavaş kılık değiştirdi. Hiç bir şey eskisi gibi değil. Kalamaz da. Elbette her şey evren bir değişim ve gelişim barındırır. Lakin öz benliklerimiz özümüz değişime uğrar deforme olursa o zaman kendi kimliğimizden uzaklaşırız kendimize yabancılaşırız. İşte o zaman psiko sosyal sorunlar başlar. Kendisiyle anlaşamaz toplumla anlaşır oluruz ve o toplumun gittiği yöne doğru gideriz. Toplum ne derse onu yaparız.
       Oysa o kişi, aslında kendi içinde iç dünyasında patlamaya hazır bir bombadır. Her an ses getirmek için çabalar. Kendinden bir ses ben de varım. ''Buradayım,'' demek ister bunu dış dünyaya sanal aleme ani çıkışlar ani deprasyon hareketler çılgınlıklar, gösteriler, şovlar şeklinde sunar. Tek başına hiçlik duygusu yaşayan kişi gruplara katılır, onlar yönlendirir onu bir o yana bir bu yana birde bakmışsınız ki okumuşu kültürlüsü kişisel gelişimini tamamlayamamış dediğimiz kişi bunalıma girmiş nasıl olmuş peki? Çünkü o kişi özünü benliğini kaybetmiş toplumun grubun bir kolu olmuş kendisi hiçlik içinde kendinden uzak kendi benliğinden uzak. O zaman kişi ne yapmalı? Önce kendisiyle diyaloğa geçmeli, kendisiyle konuşmalı, kendisini anlamalı dinlemeli ve sevmeli kendini tanımadan anlamadan toplumun bir bireyi olmaya kalkarsa toplum onu kendisinin bir uzvu yapar ve toplum o grup onu yönlendirir. O kişi de kişi değil, kendisini kaybetmiş kendisine yabancı bir kişi olur.

22 Nisan 2018 Pazar

FAL

        Bir işaret bekliyor hayattan, her dönüşünde yola bakıyor çünkü o bekliyor. Papatya falı ile ömür geçirmiş''Bir iki üç,'' diyor sayıyor bir işaret bekliyor.  Eğer o fal doğru çıkarsa mesela üç sarı araba arka arkaya o yoldan geçerse mesela merdivenden yeşil elbiseli biri inerse onun falı tutacak. O zaman o başlayacak o işini tutmaya.  O bekliyor falına denk gelecekleri boş boş bekliyor.
        O beklerken boş boş başkalarının hayatlarında bazı şeyler değişiyor. Hayatın gerçekleri doğum ölüm gibi onlarla da ilgilenmiyor. Bunun nedeni kendisini bir yabani gibi yetiştirmiş. Kendi geçmişine söven bir yabani hem de ölüm, onun için çok erken. 
        Şimdi tekrar yol kenarında, kendi kendine bakıyor fakat söylenmeye de başlıyor. ''Bir iki üç sarı araba ha işte tuttu'' diyerek kalkıyor. Yola yayılan umut,  kemikleri acımış oturup beklemekten kemeri belini sıkmış bağırsakları birbirine yapışmış o ağır ağır ilerlerken geç gelen arabalara sövüyor. Acıklı ve durgun solan yüzü boş boş dönemeci geçiyor ileri bakıyor. Daha ileriye doğru,  ayaklarından başlayıp tüm gövdesini yalayıp başına kadar yükselen bir şey elbisesinin içinde yok oluyor. Tüm çaba ve gayretiyle köşeyi dönüyor.  Öyle varsayıyor. Tut ki döndü. O dediğini yapacak.  Ne yapacak biliyor musun? Koca bir boşluk karanlık. Dibi görünmez bir karanlık. Göremiyor ki.  Pencereden kalkıp dışarıya  bakmamış  ki.  Ancak oturduğu yerde buharlı bir kazan gibi tıslıyor. Dediğini de yapar fakat o dediği şey ne işte? Şu an kendini kandırıyor. Zamanını öldürüyor. Şehre gidecekmiş tut ki gitti önce oturduğu yerden kalkması gerekecek burada bazı şeyleri de öldürmesi bazılarını da yaşatması gerekecek.
       O şimdi hayal görüyor. Hayal dünyasında yaşıyor hayaperest.  Uyanık olduğunu da sanıyor ama gerçekleri göremiyor sezemiyor ayağının altındakileri üzerinde yattığı toprağı hangi adla burada olduğunu, hala anasının koyduğu adla kalmış o kendini bile bilmiyor. Düşünmüyor uyanmak istemiyor uyanmıyor. Uyanmak için ne yapabilir?  Nasıl uyanabilir? Nasıl uyanabilir onu bile bilmiyor. Sonra ansızın geliveren olaylar, üstüne üstüne gelen olaylar, gelip geçen delip geçen olaylar, bir rüzgarla onu da alıp götüren olaylar, onu estirten uykuda iken onu sürükleyen olaylar. Bu olaylar onu sürüklerken o ise yine çıplak bacaklarıyla o yolda fala bakmaya devam ediyor.
         Serin serin esiyor içindeki duygular acıklı bir ses de ta içlerden geliyor. O ise hala fala bakmaya devam ediyor. ''Bir iki üç,'' bu kez fala baktığı şey Rabbi onu seviyor mu sevmiyor mu? Allah’ın sevgili kulu mu değil mi? Neden neden diye bağırıyor neden ben Rabbimin sevgili kulu değilim? Ama ben de üç tur ziyaretlere gittim oralarda namaz kıldım.


O artık fala bakmıyor fala bakmayı bıraktı. Gökyüzüne bakıyor yıldızlara bulutlara Rabbi oradaymış orada çakılı oradan izliyormuş onu. Kıpırtısız bakıyor.
        Bir anı gibi gelip geçen sonra düzelen onun hayatı. Yabaniliği kendi toprakları üzerinde içinde sıralanan geçmişi yolda bıraktığı izler sanki pullukla ters düz edilen toprak gibi. Elini kaldırıyor o geçmişine tam elini kaldırıyor sövecekken yine bildik kendisini görüyor karşısında. Kendisi kendisinin karşısına oturmuş gibi. 
           

21 Nisan 2018 Cumartesi

AT GİTSİN

  
      ''At gitsin at gitsin eskimişse at gitsin.'' Ruhunun kirli çamaşırlarını biriktirip durma, üstüne de yatma yatınca seni saf suskun bilirler daha fazla kusarlar ama tam zamanında tam ona lazım olduğunda şöyle bir uzat başını bak ve sonra çevir başını ''At gitsin''
          Sen çırpınırken o neredeydi? Aklı neredeydi? Kiminleydi? Sen de karnının içine doldurduklarınla kaldın ona karşı bir laf bir konduramadın en iyisi at gitsin.
        Bir şeyler söylemeye çalıştı kendini affettirmeye gene ağzını silerek konuştu sanki bir daha yapmayacakmış gibi
        Ne diyorsun af edecek misin? Aklına koydu o ‘’At git’’’sini ama o görsün diye de iki de bir başını uzatıyor. Belki de denge de tutmak için sağ cebinde kalması için gözdağı vermek için bak senin yanında da olabilirim demek için.
        Kendisi onun önünden seyirterek geçiyor. Güzel elbiselerini de giymiş dönüp dönüp de bakıyor. Yalnız gözlerini çevresi ıslanmış gibi dişlerini de sıkarak bakıyor. Ayakta duruyor. Bekliyor. Gözlerini başka yere taşıyor sanki ''başka şeylere hazırlıklı ol,'' der gibi sorgulayıcı bakıyor. Bir süre öyle bakıyor ara sıra ıslanmış gözleri bir şeyler anlatmaya çalışıyor. İşte o zaman da sanki ''Bundan sonra benim yerime ancak resmime bakabilirsin,'' der gibi. Eliyle göz çevresini siliyor ‘’eksik olmasın,’’ birlikte kullandığımız hesapta adımı silmemiş zor kararmış sonra karar verecekmiş. Yine yüzündeki o sahte görüntü gülen gözler renkli neşeli, gerçekte olması gereken koyu renkli.
        İçindeki duyguları kurumaya başlıyordu o sımsıkı yapışkan gibi sıkıca tutmadığı sürece o kımıldatmadığı sürece o duygularını elbette kururlardı.
         Anlamamıştı değerini öyle söylüyordu. Kapıyı tam kapatırken öyle söylüyordu. Gözlerinden yaş boşalır boşalmaz. Ama kalbinin içi onun yaptıklarıyla dolu paslı bir çivi gibi onun içini acıtıyor. En iyisi at gitsin yaranın üstünü kapanmaktansa at gitsin. Böylece kendine de en büyük iyiliği edersin. Kendi rahatlığın için ama yine de onu düşünmekten edemiyor. Her içindeki duygular kımıldadıkça daha çok ona yapışıyor sanki geri gel der gibi. Gel de yaramı üfle de kurut, ya da tuz biber ek de daha fazla acıt sanki bana bir şey olmaz der gibi. Sanki bir şeyler de borçlu bir vefa, peki o senin için bir adım dahi gelmiş miydi?  O süslü haliyle yanından süzülürken sonra eğlenirken senin ona erişmeyeceğini sanıyor ayaklarını her yere vuruşundan belli ayak vuruşlarından o keklik gibi sekişinden çevikliğinden gönül okşayışı fısıltılı konuşmasından.
          Yine gevşiyor gözleri süslü kadife tonu sesin geldiği yönde, bilye gibi gözleri o tarafa devriliyor.


20 Nisan 2018 Cuma

YAŞLANMAK NEDİR

       Kendine ait odasının küçük bölmesinde gizli sessiz sesiz ağlayarak ibadet ediyor dua ediyor.
        Karşı koymuyor kaderine itiraz, isyan etmiyor karanlığın içindeki ışığa ''Ben elimden geleni yaptım,'' diyor.
        Elini eteğini iyice işten güçten çekiyor ama öyle sanıyor, içi hala çalışmak istiyor. Kalbiyle o hala işini kovalıyor. Sonra biraz duruyor. İbadetin zevkine varmasaydı kimse durduramazdı onu bu denli onu güçlü sarsacak ibadet ne ola ki. Rabbini hidayeti Rabbi ona hidayet verdi.  İki de bir sarsılarak zikrediyor dua ediyor Rabbinin adını sayıklıyor camilere gidiyor.

       Rabbinden af diliyor. Bazıları içinde, ''Ben yapmadım ben yapmadım,'' diyor. ''Hiç dokunmadım harama, ben yapmadım.'' Ellerini tamamen işten çekiyor. Ne yapıyorsun nasılsın? Diye soranlara ''Hiç öylece oturuyorum,'' diyor  ama o kalbiyle zikrediyor söylemiyor karşısındaki kişiye, ''Hadi git sen erzağını hazırla yemeğini ye,'' diyor onu işe gönderiyor.
       Kendisi yalnız kalmak istiyor işini başkalarını gözlemlemek yerine kendisini gözlemliyor. Önceden olsa hep başkalarını gözlemlerdi. Kendisine ne oldu? Neler oldu? Neden böyle oldu? Bilmiyor.
       Eğiliyor gözlerinin yaşını siliyor. Hazırladıklarını biriktirdiklerini yiyor. Hiç kimseye kötülük etmiyor. Kendi çabasıyla kendi öfkesini susturuyor. İçindeki bazı kötü duygularını söndürüyor. Ona kötülük eden önünden arkasından sağından solundan sokulan duygularını.
        Sonra burada bırakıyor hayatı, ''İnsan gibi yaşamaya insan gibi davranmaya git.'' Şimdi evet yaşlı moruk, git tepede yediklerini bitir. Ve o arada arasatta kabre konulacağın günü bekle. Onun için hiçbir şey kötü sayılmaz her şey istediği gibi ilerliyor. Ama daha uzun ömrü olsaydı yaşlanmasaydı bir bilselerdi daha neler yapabilirdi? Daha pek çok şey. Eliyle bedenini yüzünü buruşmuş etlerini yokluyor. Tatlı bir name bir hırıltı bir soluk daha yüksekleri kat kat yüksekleri tepeleri, kendisi soluyor. Ölü toprağı serpilmiş gibi üzerine kendisi ölü gibi değil ama bedeni ölmüş onun üstünde yatıyor bütün çıplaklığıyla ona dokunuyor. Yaşlanmak nedir? Sen bilir misin? Yaşlanmak yapmak istersin ama yapamazsın koşmak istersin ama koşamazsın. Çalışmak istersin ama çalışamazsın. Yaşlanmadan bilemezsin. İçinde kıpraşan yaşama sevincin hala canlı değil ise bilemezsin. Şu an ben taze on yedilik kız gibiyim.

19 Nisan 2018 Perşembe

DUALARINDA KONUŞ


       Diline gem vurma konuş. Ruhunu saklamaya çalışma ne yazık ki o bir kafesteki kuş gibi çırpınıyor. O senin seçip gün yüzüne çıkarmadığın gururun yüzünden, o bir gün ölecek. Yüreğindeki o gururu yok et. Söyledim sana insan olmanın verdiği acılar arasında gurur da var diye seni rahat ettirmeyen huylar içinde kibir ve gurur senin çektiğin acılar içinde senin sevgini kıskanıyor ve sevginin bir işareti olarak da ortaya çıkıyor.
     Rabbin seni seviyor bak sana bir çocuk da verdi. Seni sevdiğinin işareti bir de annelik duygusu verdi. O duygu ile o çocuğunu sevdin dokuz ay karnında taşıdın ve doğurdun. Rabbim insanlara karşı çok merhametlidir. Sen ona karşı olan görevlerini yapmasan bile Rabbim senden hoşlanmamazlık etmez o bizi nerede olsa duyar ve görür bizi yalnız bırakmaz. ‘’Kim zerre kadar iyilik yapmışsa mükafatını, kim zerre kadar kötülük yapmışsa cezasını görecek’’. Bu yüzden o cennetine kavuşacak kulları çok olsun diye merhametlidir af ve mağfiret edicidir. Hiç günahlıyla günahsız bir olur mu?  Günahlarıyla yaşayan ve her gün günahlarını da kabul eden ve bedelini ödeyen fakat bizlere onlar hakkında konuşmak da düşmez. Hem nereden bileceksin ki günahkar olduğunu öyle değil mi? O Rabbi ile kendisi arasındaki anlaşma. Günahta sevapta kişi ile Rabbi arasında. Kendi iyiliğin için sus ve hüküm verme ne iyiliğini konuş öv ne de yer kötüle hepimiz ölümlüyüz sonuçta.
      Sonuçta Rabbin görür içindekileri o görür iyiliği ve kötülüğü gönüllerde olanı yalnızca o  bilir. Bir insanın yaşayışı dürüst islamiyete uygun düşüyor diye günahsız sayılmaz bazen kendisi bile bilemez gönlünde ne taşıdığını ve bazen kendisi de şaşırır gönlündekilere. O bağışa af ve mağfirete erişmeden Rabbi ona hidayet vermeden bağışlamadan o bile gönlüne kendine engel olamaz.  Bir günahın varsa cezalandırılması gerekir amma bu dünyada amma ahirette cezadan kaçılmaz öyleyse günah işlememeye bak. Ya da günahın senin zaaflarından ileri geliyorsa bağışlanma dile. Rabbinden engel olması kalbini razı etmesi için dua et.  Bütün insanlar günah veya sevap işler sonra Rabbini över günahlarından dolayı af diler. Duayı başkalarından da istemek lazım ‘’bana da dua et,’’ demek lazım. Başkalarının da dualarının arasında olmak lazım. Çünkü kimin kalbinde kim var ne var? Kimse bilemez.
     O konuşmayan insanı da bir dinleseniz az konuşanı o da Rabbinden bağışlanma diliyor. İşlediği suçlarıyla kendi nefsini terbiye ediyor tımar ediyor. O kendi cezasını bu dünya da kendi eliyle de veriyor bazen kendi darağacını kendisi kuruyor kendisini yargılıyor. O bu şekilde Rabbi kendisini duysun görsün bilsin istiyor. Kendini bu şekilde Rabbine affettirmek istiyor. 
     Hiç kimse kim de ne var bilemez. Onun kalbini açıp bakmadan bilemez. Hiç kimse de bir başkasının övmesiyle yükselmez, yermesiyle de düşmez Rabbi onu anmadıkça. O da Rabbine yalvarmadıkça.  Rabbim içimdekileri sen biliyorsun kalbimin içindekileri ancak sen görüyorsun. Rabbim gündüzün şerrinden gecenin şerrinden insanların şerrinden nefsimin şerrinden şeytanın şerrinden sana sığınırım.

                                                                    

MİCHEAL JACSEN


         Maykıl Caksın öldü. Onu da tabuta koydular. Dans ederken uzun süre ayaklarını yer de sürürken uzun boynunu sündürürken gülerken baykuş gibi bakarken o da gitti.
    Nereye gitti. Ben de sordum o soruyu nereye gidiyorsun? Cenazesi çok kalabalıktı. Bana ''Uyumaya gittiğini'' söyledi. Üstünde o parlak ceketi vardı yüzü bembeyaz traşlı gibi parlaktı daha doğrusu tebeşir tozu sürülmüş gibiydi. Yanında iki kişi daha vardı onlar gülüyordu. Neye gülüyordu ölüye mi? Ölüm şekline mi? Neye gülüyordu? ''Neden gülüyorsun?'' Dedim. Onu hiç sevmezmiş özellikle o kendi tarzı dansından da nefret edermiş
     Gülenler yüzlerini ona çevirdiler iki sandalye çektiler yüzü ona dönük onun hayat hikayesi zihinlerinde oturdular. Onun erken gitmesine sevinenler kalan mirasının parasının her miktarına karşı sırıtanlar paralardaki resimleri gördükçe dişlerini daha çok gösterenler. Bu nedir ya?  Yaşarken başkalarının refahı için ölümü göze almak mı? Niçin arkanda miras bıraktın? Arkanda kalanlar domuz gibi yesinler, gülsünler sana karşı da yüzsüzlük etsinler diye mi?  Onun için mi? Birden arkasını dönüyor döner dönmez de duvarda Micheal  Jacsen’in fotoğrafı sanki yüzüne gülüyor ve cevap veriyor ‘’Evet evet evet,’’
    Bile bile o insanların ne yapacaklarını bile bile hayata meydan okuyor. Sen onlar için koşulmuş bir attın fazla yem yemekten tıkandın kaldın.  Ve öldün şimdi kımıldamıyorsun ama dizginlerin hala onların ellerinde üstelik de sıraya girmişler arka mahalleye kadar uzanıyor. Onlar değil onlarca isterse yüzlerce olsun umurumda bile değil bana şekil ve görünüş önemli değil. Önemli olan yanımda sadık bir kaç tane olsa yeterdi. Sokak lambası gibi beni aydınlatsa yoluma ışık tutsa yeterdi ama yine sadık olanlar ayrım yapmayanlar da var. Her evde olan yanılmaz bir gerçek aynı hava.
        İster ünlü olsun ister sade bir vatandaş herkesin öbür dünyaya götürecekleri sadece amelleri. Sadece yaptıkları iyi amellerin mükafatının meyvelerini görüp onlardan yiyecekler. Onun için mi gülüyorsun? Gördün mü sen yaptığın iyi amellerin karşılığında yiyeceğin yemekleri gösterildi mi sana da? Sanki ona da ‘’Evet evet.’’ Kardeşim benim meğer sen ne kadar iyi bir insanmışsın o altın kafesin içinde bir kuş gibi çırpınırken meğer isem biz seni hiç tanıyamamışız meğer isem oysa o şimdi yine dar bir kafesin içinde gülümseyen yüzü sessiz sessiz onlara bakıyor.

14 Nisan 2018 Cumartesi

BÜYÜK BALIK YAKALAMA DERDİ

       Babası eskiden tek başına çalışırdı kendisi yemeği yer doyar ötekilere de dağıtırdı.  Ama şimdi onun yemeği kendisine bile yetmiyor. Elleri iki eli tabağın iki yanında sıkı sıkıya tutuyor kimselere vermiyor. Bağışlamıyor.  
        Biraz başı eğik ama yine olsun geleceğe parlayan gözlerle bakıyor. Kapı tokmağı gibi vurduğu yerden ses getiriyor.  Sonra can malın yongası ya canına bir şey olursa ya canını yitiren olursa anlamışsınızdır yani gelecek kaygısı.
     Bir şeyler sen de biriktirsen iyi edersin. Babasına bakıyor o biriktirmemiş kendisine bakıyor. Kendisi hala  çalışıyor ve karnı doymuyor  daha çok çalışması gerekecek.
       Evet diyor birikimlerine bakıyor tek tek sayıyor. Mallarını tapusu kendi üzerinde hepsinin üzerinde oturuyor başkalarına vermiyor. Çok görmemeli bunu ama,
     Evet o daha da hızlanıyor hırslanıyor çalışırken eteklerini topluyor, bağırıyor kızıyor. Soluduğu hava da tatlı esintiler şeklinde burnuna güzel kokular getirmiyor. Hayat alacak verecek kaygısı bütün çıplaklığıyla gözlerinin önünde uzayıp gidiyor o inliyor çok yoruldu.  Biraz dinlenmesi gerek sonra tekrar çalışır. ''Kovanda balın olsun yemenden arı gelir.'' O kovasına bakıyor. Yorgun elini işine uzatıyor gerçekten yorgun duvara tutunuyor. Geleceği karanlık geleceğini göremiyor. Yürüyor ama ayakları kırgın paytak paytak yüzü de solgun görünüyor. O geleceğini göremiyor.  Havanın soğuk estiğini yine karanlık boşluk ve bir bilinmezlik yıldız kümeleri gibi karamsarlık beliriyor havanın içinde onun duyguları kabarıyor. Kimseye söylemiyor gizlice bekliyor.  İşi, ekmeği, yemek yediği tabağı, arı kovanı,balı, sağdığı ineği gittikçe uzanan burnunu uzattığı veya ayağına gelen iş kokuları yine elini uzatıyor inliyor.
    Az sonra neredeyse ''Bu işler bizden geçti,'' diyecek. Ağzıyla söylemese de bedeni tekliyor söylüyor. Bir süre bedenini dinliyor. İçindeki korku belki yarını olmaz geleceği olmaz söylemeye de dili varmıyor, et kemikten ayrılınca can bedenden ayrılınca işte o zaman kendini yokluyor. Yaralarına bakıyor yok kalmamış. İş değilmiş sadece derdi ''Allah aşkı'' Rabbinin önünde eğiliyor. Ayakları bir ileri bir geri sonra o karanlık iğne deliğinden geçeceği gün aklına geliyor. Ölmüş olabileceği secdeye dayanıyor işi aşı bir kenara bırakıyor. O karanlıkta bir bilinmeze karşı koşmaya başlıyor. Onu durduran şimdiye kadar hep büyük balığı yakalama derdi inek sağma, büyük lokma, derdi şimdi kendini durduruyor.  Tatlı bir sarhoşlukla ilahi karşısında eğiliyor.  İçi huzurla dolu.

     

ÇALIŞMAM GEREK

      Geleceğini görebiliyor gelecekteki ışığını iş aş yolun başında bunu bekliyor.  Arkasını döndüğünde de eskisi yok. Geçmişi yok. Hepsi bitmiş yok olmuş. 
       Hani derler ya ayranı yok içmeye .....diye eskilerin tabiri şükür ayranı var. Kabı var. Yemeği var. Yani o hayalindeki büyük balığı yakalayamasa da hayalinin peşinde gitti. Bir kabı oldu. Yemek pişirdi. 
        Şimdi de hayal kurmaya zamanı yok. Yalnızca yeşilliğe koşan koyunlar gibi koşturuyor. Az ile doymayan midesi aza kanaat etmeyenlerin ülkesi doymuyor. Bir türlü istekleri de bitmiyor, daha çok çalışması gerekecek. Koca delik, koca boğaz, koca mide yiyor yiyor doymuyor. Saçları seyrekleşmiş gömleği terlemiş elleri kolları kirli, soluklan biraz çok çalışıyorsun. Bırak bu kadar çalışmayı mezara mı götüreceksin? Yetişmiyor ki daha fazla çalışmam gerek. Eskiden kanaat vardı ama şimdi yok.
        Aman boş ver işi gücü hele gel biraz  otur yanıma yeter bu kadar kazandığın.
       Aldırmıyor duymuyor bile daha çok çalışması gerek. Yağmura kara aldırmadan ''Gökten yağmur yağarken testileri doldurmak gerek'' diyor.

          

KEDİ FARE OYUNU

   Bilmiyorlar ki görmüyorlar ki duymuyorlar ki
       O keçileri kaçırmış, onlara göre öyle, bak bakalım bir keçilere yerinde duruyor mu? Yoksa kaçık mı?  Bak bakalım bilebilecek misin?  Kimse hiç kimse oralı olmuyor. Ama o her an o hayallerinden birini yakalayabilir o fikirlerinden birinin peşinden gidebilir.
       İyi öyleyse hadi git yap Bizim de aklımızda bin kedi fare oynuyor bin tilki dolaşıyor da biz hemen atlayıvermiyoruz. O kadar kolay mı? Hemen git. Hazıra kon. Yemek ta aslanın midesinde hadi öyleyse git al.  Al da ye.
        Geleceğimi göremiyorum. Geleceğim için ne yapmalıyım? Bilmiyorum.                                              
         Nasıl değiştireceğimi? Devrim yapacağımı bilmiyorum. Bir kaç kez denedim ama beceremedim. Korktum. Yalnızlıktan tek başına olmaktan gelecek bana karanlık geliyor.  Birini veya birilerini o ipin üzerinde yürüdüklerini bir görsem onların izinde gideceğim onları takip edeceğim o, o yolda giderken onun ışığıyla gideceğim.
      Yemek rızık ekmek nerede? Söyle ona kaderi onun ekmeği nerede? O her şeyi yapabilirdi ama yapmıyor nasıl yapılacağını bilmiyor.  O kendisini ailesine adadı evet ama ailesi kendisini ona adamadı.  Anlayamıyor neden? Neden kader onu  bu kadar bu aileye bağladı.  Ailesi kendisi için o kadar da iyi değiller üstelik. Anlayamıyor.  

          

GELECEĞİNİ GÖREBİLME

       Lafla peynir gemisi yürümez lafla onun olmak istediği ben'i ile arasına girilmez. Şimdi o öteye daha öteye gitti diyelim zorunlu olarak bir göç, iş evlilik yine ona yardım ederler miydi? Bunu kendi de bilmiyor şartlar. O yine de geleceğini göremiyor.  Aile içindeki gürültülü sesler bir köpek havlaması gibi geliyor. Kapıyı çıkınca dışarıya sesler kesiliyor o kapının dışına çıksa da gürültü yapanlar oraya geliyor. O tekrar içeri girmek istiyor. Herkes üzgün üzgün evin içinde dolaşıyor, çaresiz karamsar ve boşlukta bu duygunun ne olduğunu bilemezsiniz. Onun için geleceğini göremiyor. Uğraşıyor bir şeyleri değiştirebilirim mi? Diye  ama o kadar da uzun hayaller emeller kuramıyor. O kadarda uzun boylu düşünemiyor.
         Kafasının içinde bir ışık sürekli yanıyor. Çentik çentik kafasını kurcalıyor ara sına sızım sızım sızlıyor ara sıra kanıyor. Acelece bir karar verebilse hep duygularını saklıyor. Fikirlerini ve dahi düşüncelerini hiç konuşmuyor. Kendini dinliyor, kendisiyle konuşuyor.  Onun bu kendisiyle konuşması çok uzun sürdü. Belki böyle olduğunu kendisi de bilmiyor çünkü kendisini alıştırdı. Bir daha öyle uzun boylu düşünmeyecek.  Bir gün aklında fikrinde zikrinde ne varsa hepsini getirip masaya yemek dizer gibi salata sebze tabağı gibi dizecek. Soğuk karşılayacaklar gülecekler alay edecekler. Ah korku o korku biliyor öyle olacağını hemen tekrar hiç kimseyle konuşmadan düşünce hayal ve fikirlerini allayıp pullayıp tozunu alıp temizleyip tekrar yerlerine koyuyor. Ve düşüncelerinin kapısını kapatıyor kimse bilmeyecek. Bir diğer taraftan da düşünce kapısını gözlemliyor içine giren ve çıkanları yeni bir fikir, bir fener, bir ışık, onun yollarına kum çakıl taneleri dökülüyor.
    

İSTESE YAPABİLİR

     İstese yapabilirdi kendisi içinde bir şeyler yapabilirdi. Sanki hep başkaları için yaptı çalıştı da ne oldu? Şimdi kendi düşünüyor kendi sonunu başka da onu düşünen yok. Onu önemseyen, nasıl kalır öyleyse bu yerde? O büyük en büyük daha büyük işleri ve başka daha önemli şeyleri de yoksa küçük şeylerden dolayı nasıl kalır bu yerde? Sanki küçük bir fanusun içinde evet öyle bir yerde olduğunu biliyor, çünkü kadın milleti öyle benimsenmiş tek başına bir yere gidemez kökünden ayrılamaz. Ya kötü bir şey gelirse başına?
        Yalnız olduğundan. Bir yol arkadaşı bulsaydı kendine durum değişirdi. Yalnız olduğundan cesareti de yok. Ama yanımda biri olsaydı ben de kalkıp yaban memleketlere kendimin olmak istediğim ben'in peşinden gitseydim. O zaman herkes de beni anlardı. Belki o zaman bana yardım eden bile çıkardı. O zaman ektiğim tohumlar ekin verirdi belki yalnız kalmazdım.
1