Ağlama, artık geçmişin takıntılarını bırak geçmişin acı yüzü
ile her gün yüzleşmeyi ruhunu yormayı artık pes unutmak istiyorum de üzerine
sünger çek. ‘’Unutmak kolay olsa çoktan unuturdum, çareler çaresiz zamanlar
zamansız uzayan gecelerde vakitler zamansız ah ne yapsam ne yapsam unutabilsem
kendimi unuttun unutuldum da bir tek geçmişimi unutamadım.’’ Kendimi
yönlendirmemde çok işime yarayacaktı ah bir unutabilseydim. Geçmişten gelen içimden
fışkıran üzücü anılarıma uydurduğum hayali senaryolar. Diyorum ya benim hafıza
kartım bana en lazım olmayan çöplük değerindeki hatıraları belleğine kazımış
unutmak istiyorum. Kendimin devamlılığından billur gibi tertemiz sularda
yüzmemi, akışkan olup aşk şerbeti gibi içmemi içenlere de susuzluk nedir
bilmezler olmayı. Hepsini, kendimin genç dinamik özgüvenli duru sabunu ile
yıkanmış şekli ile tertemiz olmaya aday, ruh ve beden aynı dili konuşuncaya kadar bir
birey olmaya talip. Ben kendimi başka nasıl tarif edeyim ki yemek tarifi gibi
bir liste hazırlasam gram gramına konulması gereken malzemeler birinin fazlalığı
veya eksikliği benim tadımı bozar. İşte ben böyle ince bir çizgi üzerinde
yaşıyorum. Dökme su ile değirmen dönmez kendimi en çok anlatma en çok beni
anlayan biri var mı demem hep benim en çok içimin acıdığı çok öfkelendiğim
gözlerimin çakmak çakmak olduğu zamanlar olmuştur. Bir dost arayışım kalemle
kağıtla dost oluşum sırdaş oluşum tekrar beni bana anlatması iyi ki varsınız.
Bana ait olmayan hiçbir şeye el uzatmam beni yaralamayan. İçime cız etmeyen her
şeyi unutur giderim.
30 Nisan 2018 Pazartesi
DUYGU İNSANI

BEN SENİNLE GÜZELLEŞTİM

İyi huylu ağır başlı
yardımseverlik halim bana iyi insan pozisyonu kazandırıyorsa, benim bu halimden
başkalarını bana vur başına al ekmeğini, sen ona iyilik yap
o başkalarına hürmet etsin şekline dönüşüyorsa. Benim değersiz salakça bir
konuma düşmemden yaptığım hesapların yanlışlığını bana kendini siper ederek de önlemiştir.
Etiketler:
Aşk,
Değer,
Kendi kendine eğitim,
sevgi
28 Nisan 2018 Cumartesi
NE OLUR ISLAK ISLAK BAKMA ÖYLE

Ruhum
hazinelerle dolu açmasını bir bilsen öyle güzel ki gözlerin bakmasını bir
bilsen. Bana ait olan her şey bu hazinede gizli, gizli yapımda sır vermeyen
kapalı kutuda. Kat kat gözle görülmeyen bir yabancılığın ve gizemin altında.
Sade sönük bir beden üzerinde alev görüntüsü veren tehlikeli bakışların
ardında. Kendimdeki cevherden dışarıya bazen coştukça taşan lavlar gibi
dışarıya akıttığım öfke ile karışık benin izleri örneklerini bazılarınız
görüyor, bazılarınız görmezden geliyor. Sıradanmış gibi. Pekala beni siz de gözlemlemiş olsaydınız içimdeki
cevheri görebilirdiniz, aydınlatıcı etkisi güneşimi, güneşimin sıcaklığını.
Benim kalbimin ritmini bir bardak çaydaki tenin etkisi hızlandırabiliyorsa tembel ihmalkar halime bir itekleme görevini üstleniyorsa sevincimi yüzümdeki görüntüyü değiştirebiliyorsa, pekala siz neden yapmayasınız? Siz de yapabilirsiniz.Ben kendi kabuğuma çekilmiş kendi içime hapsolmuş kendi buz dağımı kıramamışken tamamen platonik hayaller dünyasında yaşarken siz özgüven sahibi insanlar, sosyal arkadaşlıklar kurabilen insanlar sosyal dürtülerini tatmin eden insanlar. ''Komşuda pişer bize de düşer,'' hiç kıskanmadan beni kendi savaşımın gölgesinden sessizce çıkaracak beni okuyacak anlayacak. Beni tercüme edecek gönlüme mektuplar yazacak benimle bilgilenecek, neden konuşan gözüm duyan kulağım olmuyorsunuz? Ses verin öyle ıslak ıslak bakmayın yüzüme. Bana bir şeyler söyleyin doğru muyum yanlış mıyım?
Benim kalbimin ritmini bir bardak çaydaki tenin etkisi hızlandırabiliyorsa tembel ihmalkar halime bir itekleme görevini üstleniyorsa sevincimi yüzümdeki görüntüyü değiştirebiliyorsa, pekala siz neden yapmayasınız? Siz de yapabilirsiniz.Ben kendi kabuğuma çekilmiş kendi içime hapsolmuş kendi buz dağımı kıramamışken tamamen platonik hayaller dünyasında yaşarken siz özgüven sahibi insanlar, sosyal arkadaşlıklar kurabilen insanlar sosyal dürtülerini tatmin eden insanlar. ''Komşuda pişer bize de düşer,'' hiç kıskanmadan beni kendi savaşımın gölgesinden sessizce çıkaracak beni okuyacak anlayacak. Beni tercüme edecek gönlüme mektuplar yazacak benimle bilgilenecek, neden konuşan gözüm duyan kulağım olmuyorsunuz? Ses verin öyle ıslak ıslak bakmayın yüzüme. Bana bir şeyler söyleyin doğru muyum yanlış mıyım?
ŞEHİR VE MERAK

Köyde yaşayanlar şehir hayatına merak ve özentileri onları her şeye doyumsuz yapıyor. Şehirde her şeyi dobra dobra yaşamak istiyorlar. Bir doyumsuzluk içinde her gördüklerine saldırıyorlar. Oysa ben şehrin bütün nimetlerinin içinde yüzerken her şey tatsız tuzsuz geliyor. Şanslı taraflarımı görmezden gelip ertelemeler, oyalanmalar, ihmalkarlık zinciri ayağına gelen fırsatları bana göstermiyor. Şehir bana merak kokmuyor. Kendimi merak ettiğim kadar. En çekingen taraflarımın en gizli duygularımın miktar ve derecelerini merak ettiğim kadar. İdeal düşüncelerim var kaskatı duvar gibi önümde duruyor. Duvar gibi tıpkı beni bir adım öne attırmıyor. Korkaklık ve cesaretsizlik çemberi altında yok olup gidiyorlar. Ya günümüz gençleri öyle mi yapıyor? Afacan çocuklar? Hepsi kendilerini anlatma yeteneğine sahip dilleri papuç gibi, meraklı bakışlar kendilerine çevrilmiş, merak duyguları uyandırılmış, hedefleri var ulaşmak istedikleri almışlar yanlarına erzaklarını çıkmışlar yola cesaret azim ve kararlılıkla.
Etiketler:
Kendi kendine eğitim,
Köy,
Merak,
Şehir
BEN YAZARIM

27 Nisan 2018 Cuma
SEN YAPAMAZSIN
Birileri tarafından gem vurulmuş sen yapamazsın
edemezsin. ''Senden ne köy olur ne kasaba'' kim bilir şimdiye kadar bu sözler kaç
kişiyi hayata küstürmüştür. Kendini tanımadan yaşadıklarını seve seve kabullenmeye
ya da kişiyi kendi demir parmaklıklarının arasında yaşamaya sonsuz huzursuzluğa
katlanmaya mahkum etmiştir. Açıl denizlere yok illaki büyük sözü dinlenecek bu
bir ata, bir koca, bir ayak bağı sen yapamazsın set vuruldu, karar verildi,
senden bir şey olmaz kırıldı cesaretim küllendi. Değer verdiğin saygı duyduğun
biriciklerin, sana hakim yargıç olarak
karar vermişlerse senin onlara bir ömür boyu başa kalkman sürtüşmenden doğal ne
olabilir? Benim bazı biriciklerimle yıldızımın hiç barışmadığı gibi. Yaşım geçmiş
eski neşe ve zevk heyecan çalışma dinamizmi gençliğimi arıyorum bana geri
verebilir misiniz? Hafıza kartı istiyorum unutkanlığıma çare yorgun bedenime doping
etkisi yapacak bir derman hangisini bana geri verebilirsiniz? İşte şimdi
sizlere karşı kin besliyorum. Kendimi yiyorum köreldim kör bıçakla kestiniz
beni kopardınız hayallerimden hayata insanlara küskünlüğüm hep bu yüzden,
ağlamam hep bu yüzden insanlarla diyaloğa girememem hep bu yüzden. İnatla hiç
durmadan kendimi anlatmam başkalarının beni anlamasını beklemem hep bu yüzden. Bana
vurulmuş olan bu gem, beni kendimi keşfetmemde tembelleştirdi agresifleştirdi, korkaklaştırdı cesaretimi kırdı ne kendi
fikrimi beyan edebiliyorum ne de görüşlerimi hep stop hep stop şu ana kadar aldığım
yaralardan kanlar akıyor ne kadar canım acıyor.
BEN MUTLU

Güzel olana, iyi olana, alkış
tutulana ben de alkış tutarım elbet. Ülkemde güzel şeyler oluyor güzel ve mutlu
günler güzel bir gelecek güzel bir nesil geliyor. Ben tek başıma da sevinirim yalnız
başıma da alkış tutarım artık çoğaldınız ne güzel.
YALNIZ GİDERİM

Daima hak bildiğim yolda yalnız gittiğimden benim
düşüncelerim sanki negatif bir düşünce imiş gibi hep yalnız kalır. Yani benimle
anlaşmak imkansız gibi görünür dışarıdan bakıldığında. Kazdığım kuyudan su
çıkmaması hep elimi attığım işten hayır görememem beceriksizliğe sayıyorum. Bu
beceriksizliğimin ve başarısızlığımın ben de çekingenlik duygusu yaratacağı
cesaretimi esaret altına alacağını nereden bilebilirim? Ruhumda kopan bu
fırtınalar asık suratlı birisi olarak yüzüme vuruyor. İkilem burada da başladı.
BEN ÖZELİM
Ne
güzel; içinde hiç bitmeyen acaba sorusu, merak duygusu, seni kendi iç
dünyandaki labirentlerde yol almanı sağlıyor. İç dünyanın kıvrımlı yollarında
senin belirlediğin hedefine varmana yardımcı olacak. Kendini fethetmeye
başlamışsın ne güzel, herkesten farkındalığın bu işte. Çoğu insan kendini analiz
etmeden yemek ile tuvalet arasında iletişim kurarak yaşar ve ölür gider. Bu
içindeki merak duygusu ile birleştirip test ettiğin kendini, başkalarına sor
bakalım onlar da yapıyorlar mıdır? Zannetmiyorum. En ufak bir uygulamaya
geçmedikleri gibi ''Bunu senden başka kimse yapmaz,'' diye sana set bile
vurmuşlardır. Yani acayip karşılamışlardır. Kendimi onların yanında zayıf cılız
ses çıkaran aciz çaresiz ve korkak gösteriyorsam, ben, kendi duygu ve akıl
çöplüğümde araştırmalarımı yapıyorum. Bir gün midye içini açacak, bir gün tıpkı
değerli bir taş gibi parlayacağım biliyorum. Ben özelim. Ben sadece kurtların
içine düşmüş bir kuzuyum. ''Duygusal yönü ağır basan birini, tıpkı, sabun köpüğü
gibi basit yaşantılardaki insanların, suyun üzerindeki kabarcıkların dipteki sudan
haberdar olmaması gibi seni anlayamazlar. Seni ancak seven anlar. Kapat artık
bu sana acı veren kapıları girmesin o vefasızlar. Sen bu dünyaya ait değilsin
çocuğum seni leylekler getirdi. Senin gibi eşine az rastlanan neslinin son
örneği numune insanlar incelemeye araştırmaya, kişisel testlere, analizlere
ağırlık verenler, kulakları ve gözleri pür dikkat kesildiğinde en ufak bir
ayrıntıyı kaçırmadan kalbinin de sesini dinleyerek anlayan insanlara ancak
kendilerini anlatabilirler. Kendi çevrende ruhunun sırlarını ancak onlara
açabilirsin.'' Benim çevremde böyle insanlar yok. ''Hiç aradın mı? Hiç aradın mı?'' Benim
çevrem kendini farklı gösteren, kendi reklamlarını yapan, aşırılıktan hoşlanan,
gürültücü boş tencereler bütün çevrem
bunlardan ibaret. Bunların benim için benim de onlar için bir anlam ifade
etmediğim ortada. Onlar yoluna ben yoluma.
Onları umursamıyorum demeyi öyle çok isterdim ki ama maalesef çevrem
dikenli tellerle örülmüş gibi hep bu tip insanlarla örülü. Umurumda bile
değilsiniz kaba sakal ailesi. Muhabbet tellallığı yapan kendilerini oyalayan
uyuşuk kendini bir şey zanneden insanların içinde onların arasına girmediğime giremediğime de seviniyorum. Ben onlarla aşşık atamam onlarla aynı hamurdan
değiliz kendimin farkındalığımın farkındayım ama ne çare ben, bu şehirde bu
semtte bu binada bu komşularla yaşıyorum. Zaferi kazanmış bir komutan edası
takınamam başarılı olamadığımdan, sosyal çevreden kazançlı çıkamadığım için
yerinemem, bana getirisine bakarım sadece kazançlarıma. Bu düşmanların beni
içten ve dıştan sarmalayarak bana ruhumun en ince ayrıntısına kadar detaylarına
inebilmeyi test ettiriyor. Huzurlu ve iç içe geçmiş iyilerle kötülerin savaşı
bu hal ve durum belki her kula nasip olmaz. Kendimi tamamen toplumdan
soyutlamanın zevkini tada tada yaşıyorum.
26 Nisan 2018 Perşembe
YAPAY ÇEVRE


Etiketler:
Çevre,
Kendi kendine eğitim,
Laf,
Lakırtı
SAHTE DUYGULAR

Sahte sahnelerde kurulmuş dekor ve oyunculardan sanal göstermelik ve karışık tutarsız işlerden hemen ruhumun haberi olur, bana itici gelir o çevre. Ben gerçek doğal olan ne varsa o taraftayım. Başkalarının bilgi ve deneyimleri yapmacık geliyor. Bayağı olanlardan sahte olanlardan duygu sömürüsü ile yaklaşanlardan hemen uzaklaşırım sevmem. İteklerim keyfimi kaçırmasınlar diye. Bazen bu sahte oyunlar o kadar abartılıyor ki ısrarcı ve kabul etkisi yaratacak şekilde kendimi bir saldırının ortasında kalmış gibi hissediyorum. Ruhumda karşı konulmaz bir sinir harbi başlatıyor. Sesim, ellerim titriyor kalbim yüksek hızla çarpıyor. Oradan uzaklaşma başka ne yapabilirim ki? İçimdeki devlerin savaşı devreye girmeden, duygusallıktan yıpranmış bedenime harabiyet vermeden anında o ortamı yok sayıyorum. Kendimi enayi yerine konmak, aldatılmak tehlikesiyle karşı karşıya bir insan olarak, karşımdakilere kızıyorum içimden. Bir cümle, bir bakış bir cümlenin kuruluşundaki bencillik duygusu, iğneleme yerme, küçük düşürme sözcükleri, hatta bazen bir abartılı övgü dolu söz bile yersiz ve gereksiz. Bu duygusal hareketle davranışların bedensel bütünleşmesi ben de tam tamına o kişilere karşı bir sevimsizlik duygusu uyandırıyor. Çok tatsız ve yavan gerçekten uzak ve yapmacık. Çok az insana katlanabiliyorum bu da benim zayıf noktam. Duyarlı oluşum kişilere karşı değil, kötü niyetliliği fark ettiğim noktada başlıyor. İkiyüzlülük benim defterimde yazmaz. Dürüst ve yalancı olmayışımdan verdiğim sözleri mutlaka ve mutlaka yerine getirmemden hep övünç duymuşumdur.
25 Nisan 2018 Çarşamba
SARMA TADINDA
Eli hünerli
üç kadın bir araya gelsek sarma sarsak tabaklar küçük, orta, büyük olsa
çarşının içinde bir de dükkan tutsak fazla göz önünde olmasa imalathane gibi çalışsa
çarşıdan alınacak siparişlere de yakın olsa. Pazarlamak için büyük marketlerle
anlaşsak her markete günlük taze sarma sarsak. Devlet okullarından
kurumlarından yurtlardan toplu siparişler alsak.
El emeği zahmetli bir iştir.
Sarma sarması sabır ister, özen ister, temizlik ister her bir yaprak senin elinde
şekillenmek ister. Var mısın üç kuruşu beş kuruş yapmaya? Acaba yapabilir miyiz
ki sorusunun cevabını hemen ben de varım diye cevaplamaya. Var mısın kendini girişimcilik
adına riske atmaya göle yoğurt mayası çalmaya? Kaybımız ne olur ki? Denemekten
başka çaremiz yok.
Sarmalar
günlük üretilmeli iki gün içinde tüketilmeli. Satılmayan sarmalar marketlerden iade
alınmalı toplu yemek yenilen yerlere son kullanım tarihi geçmeden satılmalı. Her tabakta sarmayı saran kişinin
fişi (ad soyad yerine geçer) yapışık olmalı tabaktaki sorumluluğu almalı. Tek
kişilik tek porsiyonluk kaplarda büfelere kafelere dağıtılmalı çok hızlı girişimci
bir pazarlama elemanı bulmalı bütün iş onun hızlı ve etkili satışında
noktalanmalı. Araba ile servise çıkmalı. İmalathanede taze taze yemek isteyenler
için bölüm bulunmalı. Sarmanın üzeri limonlarla süslenmeli ve sadece
zeytinyağlı sarma olmalı. Hedef koymalı bu üç girişimci kadın kendilerine
büyümeleri açılmaları internetten siparişler almalı satış ağını genişletmeli
Sarma sarmalama çalışma
coşkusu motive edici içgüdüsel duygularım sarma tadında lezzetli geldi. Çalışma
isteğinin tadı da bir başka.
YENİ NESİL ÇOCUKLAR
Şimdiki gençlik daha aydınlık daha
ferah eskiden karanlıkta, karanlık karamsar müziğin etrafında dolanan bir
gençlik vardı. Şimdi o gençlik büyüdü.
Şimdi o gençliğin evlerinden pencerelerinden dışarıya ışıklar saçılıyor
onlar da çocuklarını karamsar arabest müziğin pençesinden kurtarmışlar o ışık
ki tüm mahalleyi evleri sokakları okulları şehirleri ülkeyi sarmış. Daha çok da
evlere tünemiş o ışık bir zamanlar ezbere dayalı logaritma cetveli etrafında
kıvranan anne ve babaları uyandırmış.
Üstelik
şimdinin anne ve babaları çocuklarına karşı otoriter de değiller daha
yumuşak ve anlayışlı konuşuyorlar
onlarla üstelik şimdiki zamane çocukları da karamsar değil çünkü ortam karanlık
değil ışık var. Her yerde her yer aydınlık.
O zamanlar diyorum insanlar neden karanlığa doğru gidiyorlardı da
pencereyi penceredeki ışığı göremiyorlardı? Satın aldıkları veya onlara verilen bilgileri onlara kim getirdi?
Bekleyeceksin beklemedesin. Uyuyacaksın
uyutulacaksın. Kanacaksın kandırılacaksın ta ki birileri çıkıp da senin
önündeki yemeği değiştirene dek. Ta ki
üzerindeki siyah önlüğü çıkarıp mavi önlüğü giydirene dek ta ki bazı tabuların
yıkılıp yeniliğe kapılar açılana dek.
İnsanların bazıları onun gittiği yoldan
gitmedi. ‘’Gavur hasımsa yemeği yenmez icadı evlere girmez.’ ’Dedi.
Oysa çoğu evlere iki çatallı icat gelmişti
ışıklar yanıyor insanlar ağaçlarda tünüyor gavur icadını seyrediyor. Her evde
aynı mahkeme suratlı kadınlar arkalarını dönüyorlar sonradan da görüyorum onları
da arkalarını dönüp dönüp seyrediyorlar sonra hepsi hep birlikte aynı rüyayı
görmek için uyuyorlar.
Sen de gel kardeşim bak bu ev de de ışık
var belli ki o ev de de televizyon var. O
evin çatısında da iki çatal var. O televizyonun da iki düğmesi var bir yeşil
biri kırmızı. İki komşu geliyor
birbirlerine iki yıldır küs biri çıkıyor biri giriyor, ikisi de birbirlerine
karşı katır gibi inatçı. Başka biri daha geliyor. Sütçü o da girmek için izin
istiyor ve o da içeri giriyor. Kapının eşiğine kadar insan dolu kapının eşiği
sert olan yer de oturuyor kapı açık gelenlere kapı açık. Gelenlerin bazılarının
üstü başı kirli kiminin çamurlu kiminin tozlu paslı. Akşamcıların ise üstleri
başları temiz saçları cilalı sokaklarda ister istemez kalabalık televizyon
yerine oyun tercih edenler de var. Sen olsan hangisini tercih ederdin? Ben bir
torba dolusu tombalayı tercih ederim öyleyse orada dur ve bekle, o içeri oyunu sonra ışıklar sönüyor. Evli
evine köylü köyüne herkes dağılıyor. Çoğu aileler evlerine televizyon aldırıyor. ''Hiç bir zaman o gavur icadı benim evime giremez,'' diyenlerin evlerine de giriyor.
Uzun
süredir sokaklarda in cin top oynuyor çocuklar gözükmüyor. Çocuklar meydanlara
inmiyor başları eğik bilgisayara internete bakıyor oyun indiriyor oyun
kopyalıyor. İnternetten önce çok neşelilerdi. Çocuklar boğuluyorlar, boğulduklarının farkında bile
değiller. Boş boş bakıyorlar etrafa bomboş oyundan çıkıyor oyuna giriyor. Beyni yoruluyor uyuyakalıyor. Ne zamandan
beridir böyle? Ne zamandır, uzun zamandır. Başka evlerden başka çocuklar onlar
da aynı şu an birinin yanına git sana bön bön bakar bak o da sana bakıyor. ‘’Hayır
sana bakmıyor oyundaki eksik parçaların yerlerini düşünüyor.’’
Öyleyse aileler bu çocukları muz ile
beslemeli muz iyi gelir. Hiç de iyi gelmez en iyisi bu çocukları dışarı
çıkarmalı sokağa. Sokağa çıkmak için istemesi gerek bu çocuklar sokağı hiç
bilmiyorlar bilmeyince de istemiyorlar. Yeni nesil çocukları zavallı çocuklar.
RENKLERİN CÜMBÜŞÜ
Halının ilmeklerinin sayısı belli değil. Bin bir ilmek. Hayata dair bir ilmek attık. Birinci ilmek tutunduk annemizin eline, ikinci ilmek apalamak. Üçüncüsü yürümek. Dördüncüsü konuşmak. Beşincisi ayağa kalkmak daha niceleri her biri birer
ilmek ilmek bizim hayatımıza işleniyor. Halıya modeli
yalnızca sen koyuyorsun. Modelde kalıpta resim de sensin renkler sana ait.
Sarı; Ayrılık, hüzün, ilhamın bilginin rengi,
Mavi; Umut, hazır kazanç, düzen, huzur sadakat, güven ve
güzellik😊
Yeşil; Uyum, paylaşım, yardımseverlik, iç açıcı ferahlatıcı hayırlı
yol,😊
Kırmızı; Sıcaklık, dinamizm, enerji hareketlilik, dikkat
çeker, aşk, mutluluk😊
Siyah; Işığı reddeden, kederin ölümün, hüznün yalnızlığın sırların
rengi,
Kahverengi; Dayanıklı kuvvetli, kararlı asaletin rengi,😊
Turuncu; Sağlık mutluluk, canlılık, dışa dönük heyecanlı
neşe coşku ve gösterişin rengi😊
Beyaz; Saflık temizlik, masumiyet titizliğin yeni bir
başlangıcın rengi,
Gri; Belirsizliğin rengi,
Mor; Zenginlik asalet, ihtişam, lüksün rengi😊
Pembe ; Sevgi, yardımseverlik yumuşak bir karakter,
Lacivert ;Düşüncenin, düzenin uyumun ruhsallığın ve
başarının rengidir.😊
Bizim halımız benim
halım. Bütün bu renklerden oluşan iplik yumaklarını bir çuvala doldurup
sonradan halının ilmekleri üzerine serpiştirecek olan sensin. Senin çizdiğin resmin.
Renklerin kavgası
seni bir adım öne götürme başarı konusunda sürekli devam eden bir kavga. Liderliğin her renk kendine ait olmasını
ister. Başarı varsa yeşil, beyaz. Asalet varsa siyah, kahverengi. Mutluluk varsa turuncu, pembe hemen sahiplenir. Liderliğini senin hayatın
sen de o renkte kendini özdeşleştirirsin ve de çok seversin. Kahverengi benim rengim
dersin diğer renklerin küstüğünden habersiz. Çünkü senin sen olman da bütün renklerin
cümbüşü ortak çalışması var. Tıpkı gökkuşağı gibi sıra sıra dizilmiş renkler.
Senin var oluş hikayende. Senin hikayende pay sahibi olmuşlar. Bütün renklerle birlikte
sen de bütünleşmişler seninle birlikte ahenkli bir başarı hikayesi yaratmışlar.
Renklerin kralı lideri senin rengin senin hayat hikayen olmuş. Yani bütün renkler
kişisel özelliklerimiz yaşam kalitemiz bizim duruşumuz mücadelemiz olmuş
hayatımıza bir anlam bir mana veren renklere acısı ve tatlısı ile bizim ayağa kalkmamıza
yardımcı olan renklere aslında çok şey borçluyuz. Teşekkürler renk cümbüşü bana
kazandırdıkların için.
24 Nisan 2018 Salı
KAYBOLMUŞ BENLİK

Toplum hem kendini yeniliyor çağa ayak uyduruyor
hem de kendini tüketiyor. Bir şeyler önceden eskiden geçmişte kalan nerede o eski
günler dediğimiz vakalar yok bitti. Yerini
değişimler sosyal sanal alemler bireysel özgürlükler aldı. Hayatımız kılık
değiştirdi toplum yavaş yavaş kılık değiştirdi. Hiç bir şey eskisi gibi değil.
Kalamaz da. Elbette her şey evren bir değişim ve gelişim barındırır. Lakin öz
benliklerimiz özümüz değişime uğrar deforme olursa o zaman kendi kimliğimizden
uzaklaşırız kendimize yabancılaşırız. İşte o zaman psiko sosyal sorunlar başlar. Kendisiyle anlaşamaz toplumla anlaşır oluruz ve o toplumun gittiği yöne doğru
gideriz. Toplum ne derse onu yaparız.
Oysa
o kişi, aslında kendi içinde iç dünyasında patlamaya hazır bir bombadır. Her an
ses getirmek için çabalar. Kendinden bir ses ben de varım. ''Buradayım,'' demek
ister bunu dış dünyaya sanal aleme ani çıkışlar ani deprasyon hareketler
çılgınlıklar, gösteriler, şovlar şeklinde sunar. Tek başına hiçlik duygusu
yaşayan kişi gruplara katılır, onlar yönlendirir onu bir o yana bir bu yana
birde bakmışsınız ki okumuşu kültürlüsü kişisel gelişimini tamamlayamamış dediğimiz
kişi bunalıma girmiş nasıl olmuş peki? Çünkü o kişi özünü benliğini kaybetmiş
toplumun grubun bir kolu olmuş kendisi hiçlik içinde kendinden uzak kendi
benliğinden uzak. O zaman kişi ne yapmalı? Önce kendisiyle diyaloğa geçmeli,
kendisiyle konuşmalı, kendisini anlamalı dinlemeli ve sevmeli kendini tanımadan
anlamadan toplumun bir bireyi olmaya kalkarsa toplum onu kendisinin bir uzvu
yapar ve toplum o grup onu yönlendirir. O kişi de kişi değil, kendisini
kaybetmiş kendisine yabancı bir kişi olur.
22 Nisan 2018 Pazar
FAL
Bir işaret bekliyor hayattan, her dönüşünde yola bakıyor çünkü o bekliyor. Papatya falı ile ömür geçirmiş''Bir iki üç,'' diyor sayıyor bir işaret bekliyor. Eğer o fal doğru çıkarsa mesela üç sarı araba arka arkaya o yoldan geçerse mesela merdivenden yeşil elbiseli biri inerse onun falı tutacak. O zaman o başlayacak o işini tutmaya. O bekliyor falına denk gelecekleri boş boş bekliyor.
O beklerken boş boş başkalarının hayatlarında bazı şeyler değişiyor. Hayatın gerçekleri doğum ölüm gibi onlarla da ilgilenmiyor. Bunun nedeni kendisini bir yabani gibi yetiştirmiş. Kendi geçmişine söven bir yabani hem de ölüm, onun için çok erken.
Şimdi tekrar yol kenarında, kendi kendine bakıyor fakat söylenmeye de başlıyor. ''Bir iki üç sarı araba ha işte tuttu'' diyerek kalkıyor. Yola yayılan umut, kemikleri acımış oturup beklemekten kemeri belini sıkmış bağırsakları birbirine yapışmış o ağır ağır ilerlerken geç gelen arabalara sövüyor. Acıklı ve durgun solan yüzü boş boş dönemeci geçiyor ileri bakıyor. Daha ileriye doğru, ayaklarından başlayıp tüm gövdesini yalayıp başına kadar yükselen bir şey elbisesinin içinde yok oluyor. Tüm çaba ve gayretiyle köşeyi dönüyor. Öyle varsayıyor. Tut ki döndü. O dediğini yapacak. Ne yapacak biliyor musun? Koca bir boşluk karanlık. Dibi görünmez bir karanlık. Göremiyor ki. Pencereden kalkıp dışarıya bakmamış ki. Ancak oturduğu yerde buharlı bir kazan gibi tıslıyor. Dediğini de yapar fakat o dediği şey ne işte? Şu an kendini kandırıyor. Zamanını öldürüyor. Şehre gidecekmiş tut ki gitti önce oturduğu yerden kalkması gerekecek burada bazı şeyleri de öldürmesi bazılarını da yaşatması gerekecek.
O şimdi hayal görüyor. Hayal dünyasında yaşıyor hayaperest. Uyanık olduğunu da sanıyor ama gerçekleri göremiyor sezemiyor ayağının altındakileri üzerinde yattığı toprağı hangi adla burada olduğunu, hala anasının koyduğu adla kalmış o kendini bile bilmiyor. Düşünmüyor uyanmak istemiyor uyanmıyor. Uyanmak için ne yapabilir? Nasıl uyanabilir? Nasıl uyanabilir onu bile bilmiyor. Sonra ansızın geliveren olaylar, üstüne üstüne gelen olaylar, gelip geçen delip geçen olaylar, bir rüzgarla onu da alıp götüren olaylar, onu estirten uykuda iken onu sürükleyen olaylar. Bu olaylar onu sürüklerken o ise yine çıplak bacaklarıyla o yolda fala bakmaya devam ediyor.
Serin serin esiyor içindeki duygular acıklı bir ses de ta içlerden geliyor. O ise hala fala bakmaya devam ediyor. ''Bir iki üç,'' bu kez fala baktığı şey Rabbi onu seviyor mu sevmiyor mu? Allah’ın sevgili kulu mu değil mi? Neden neden diye bağırıyor neden ben Rabbimin sevgili kulu değilim? Ama ben de üç tur ziyaretlere gittim oralarda namaz kıldım.

O artık fala bakmıyor fala bakmayı bıraktı. Gökyüzüne bakıyor yıldızlara bulutlara Rabbi oradaymış orada çakılı oradan izliyormuş onu. Kıpırtısız bakıyor.

O artık fala bakmıyor fala bakmayı bıraktı. Gökyüzüne bakıyor yıldızlara bulutlara Rabbi oradaymış orada çakılı oradan izliyormuş onu. Kıpırtısız bakıyor.
Bir anı gibi gelip geçen sonra düzelen onun hayatı. Yabaniliği kendi toprakları üzerinde içinde sıralanan geçmişi yolda bıraktığı izler sanki pullukla ters düz edilen toprak gibi. Elini kaldırıyor o geçmişine tam elini kaldırıyor sövecekken yine bildik kendisini görüyor karşısında. Kendisi kendisinin karşısına oturmuş gibi.
21 Nisan 2018 Cumartesi
AT GİTSİN
''At gitsin at gitsin eskimişse at gitsin.'' Ruhunun kirli çamaşırlarını biriktirip durma, üstüne de yatma yatınca seni saf suskun bilirler daha fazla kusarlar ama tam zamanında tam ona lazım olduğunda şöyle bir uzat başını bak ve sonra çevir başını ''At gitsin''
Sen çırpınırken o neredeydi? Aklı neredeydi? Kiminleydi? Sen de karnının içine doldurduklarınla kaldın ona karşı bir laf bir konduramadın en iyisi at gitsin.
Bir şeyler söylemeye çalıştı kendini affettirmeye gene ağzını silerek konuştu sanki bir daha yapmayacakmış gibi
Ne diyorsun af edecek misin? Aklına koydu o ‘’At git’’’sini ama o görsün diye de iki de bir başını uzatıyor. Belki de denge de tutmak için sağ cebinde kalması için gözdağı vermek için bak senin yanında da olabilirim demek için.
Kendisi onun önünden seyirterek geçiyor. Güzel elbiselerini de giymiş dönüp dönüp de bakıyor. Yalnız gözlerini çevresi ıslanmış gibi dişlerini de sıkarak bakıyor. Ayakta duruyor. Bekliyor. Gözlerini başka yere taşıyor sanki ''başka şeylere hazırlıklı ol,'' der gibi sorgulayıcı bakıyor. Bir süre öyle bakıyor ara sıra ıslanmış gözleri bir şeyler anlatmaya çalışıyor. İşte o zaman da sanki ''Bundan sonra benim yerime ancak resmime bakabilirsin,'' der gibi. Eliyle göz çevresini siliyor ‘’eksik olmasın,’’ birlikte kullandığımız hesapta adımı silmemiş zor kararmış sonra karar verecekmiş. Yine yüzündeki o sahte görüntü gülen gözler renkli neşeli, gerçekte olması gereken koyu renkli.
İçindeki duyguları kurumaya başlıyordu o sımsıkı yapışkan gibi sıkıca tutmadığı sürece o kımıldatmadığı sürece o duygularını elbette kururlardı.
Anlamamıştı değerini öyle söylüyordu. Kapıyı tam kapatırken öyle söylüyordu. Gözlerinden yaş boşalır boşalmaz. Ama kalbinin içi onun yaptıklarıyla dolu paslı bir çivi gibi onun içini acıtıyor. En iyisi at gitsin yaranın üstünü kapanmaktansa at gitsin. Böylece kendine de en büyük iyiliği edersin. Kendi rahatlığın için ama yine de onu düşünmekten edemiyor. Her içindeki duygular kımıldadıkça daha çok ona yapışıyor sanki geri gel der gibi. Gel de yaramı üfle de kurut, ya da tuz biber ek de daha fazla acıt sanki bana bir şey olmaz der gibi. Sanki bir şeyler de borçlu bir vefa, peki o senin için bir adım dahi gelmiş miydi? O süslü haliyle yanından süzülürken sonra eğlenirken senin ona erişmeyeceğini sanıyor ayaklarını her yere vuruşundan belli ayak vuruşlarından o keklik gibi sekişinden çevikliğinden gönül okşayışı fısıltılı konuşmasından.
Yine gevşiyor gözleri süslü kadife tonu sesin geldiği yönde, bilye gibi gözleri o tarafa devriliyor.
20 Nisan 2018 Cuma
YAŞLANMAK NEDİR
Karşı koymuyor kaderine itiraz, isyan etmiyor karanlığın içindeki ışığa ''Ben elimden geleni yaptım,'' diyor.
Elini eteğini iyice işten güçten çekiyor ama öyle sanıyor, içi hala çalışmak istiyor. Kalbiyle o hala işini kovalıyor. Sonra biraz duruyor. İbadetin zevkine varmasaydı kimse durduramazdı onu bu denli onu güçlü sarsacak ibadet ne ola ki. Rabbini hidayeti Rabbi ona hidayet verdi. İki de bir sarsılarak zikrediyor dua ediyor Rabbinin adını sayıklıyor camilere gidiyor.
Rabbinden af diliyor. Bazıları içinde, ''Ben yapmadım ben yapmadım,'' diyor. ''Hiç dokunmadım harama, ben yapmadım.'' Ellerini tamamen işten çekiyor. Ne yapıyorsun nasılsın? Diye soranlara ''Hiç öylece oturuyorum,'' diyor ama o kalbiyle zikrediyor söylemiyor karşısındaki kişiye, ''Hadi git sen erzağını hazırla yemeğini ye,'' diyor onu işe gönderiyor.
Rabbinden af diliyor. Bazıları içinde, ''Ben yapmadım ben yapmadım,'' diyor. ''Hiç dokunmadım harama, ben yapmadım.'' Ellerini tamamen işten çekiyor. Ne yapıyorsun nasılsın? Diye soranlara ''Hiç öylece oturuyorum,'' diyor ama o kalbiyle zikrediyor söylemiyor karşısındaki kişiye, ''Hadi git sen erzağını hazırla yemeğini ye,'' diyor onu işe gönderiyor.
Kendisi yalnız kalmak istiyor işini başkalarını gözlemlemek yerine kendisini gözlemliyor. Önceden olsa hep başkalarını gözlemlerdi. Kendisine ne oldu? Neler oldu? Neden böyle oldu? Bilmiyor.
Eğiliyor gözlerinin yaşını siliyor. Hazırladıklarını biriktirdiklerini yiyor. Hiç kimseye kötülük etmiyor. Kendi çabasıyla kendi öfkesini susturuyor. İçindeki bazı kötü duygularını söndürüyor. Ona kötülük eden önünden arkasından sağından solundan sokulan duygularını.
Sonra burada bırakıyor hayatı, ''İnsan gibi yaşamaya insan gibi davranmaya git.'' Şimdi evet yaşlı moruk, git tepede yediklerini bitir. Ve o arada arasatta kabre konulacağın günü bekle. Onun için hiçbir şey kötü sayılmaz her şey istediği gibi ilerliyor. Ama daha uzun ömrü olsaydı yaşlanmasaydı bir bilselerdi daha neler yapabilirdi? Daha pek çok şey. Eliyle bedenini yüzünü buruşmuş etlerini yokluyor. Tatlı bir name bir hırıltı bir soluk daha yüksekleri kat kat yüksekleri tepeleri, kendisi soluyor. Ölü toprağı serpilmiş gibi üzerine kendisi ölü gibi değil ama bedeni ölmüş onun üstünde yatıyor bütün çıplaklığıyla ona dokunuyor. Yaşlanmak nedir? Sen bilir misin? Yaşlanmak yapmak istersin ama yapamazsın koşmak istersin ama koşamazsın. Çalışmak istersin ama çalışamazsın. Yaşlanmadan bilemezsin. İçinde kıpraşan yaşama sevincin hala canlı değil ise bilemezsin. Şu an ben taze on yedilik kız gibiyim.
19 Nisan 2018 Perşembe
DUALARINDA KONUŞ

Diline gem vurma konuş. Ruhunu
saklamaya çalışma ne yazık ki o bir kafesteki kuş gibi çırpınıyor. O senin seçip
gün yüzüne çıkarmadığın gururun yüzünden, o bir gün ölecek. Yüreğindeki o gururu yok
et. Söyledim sana insan olmanın verdiği acılar arasında gurur da var diye seni
rahat ettirmeyen huylar içinde kibir ve gurur senin çektiğin acılar içinde
senin sevgini kıskanıyor ve sevginin bir işareti olarak da ortaya çıkıyor.
Rabbin seni seviyor bak sana bir çocuk da
verdi. Seni sevdiğinin işareti bir de annelik duygusu verdi. O duygu ile o
çocuğunu sevdin dokuz ay karnında taşıdın ve doğurdun. Rabbim insanlara karşı
çok merhametlidir. Sen ona karşı olan görevlerini yapmasan bile Rabbim senden
hoşlanmamazlık etmez o bizi nerede olsa duyar ve görür bizi yalnız bırakmaz.
‘’Kim zerre kadar iyilik yapmışsa mükafatını, kim zerre kadar kötülük yapmışsa
cezasını görecek’’. Bu yüzden o cennetine kavuşacak kulları çok olsun diye
merhametlidir af ve mağfiret edicidir. Hiç günahlıyla günahsız bir olur
mu? Günahlarıyla yaşayan ve her gün
günahlarını da kabul eden ve bedelini ödeyen fakat bizlere onlar hakkında
konuşmak da düşmez. Hem nereden bileceksin ki günahkar olduğunu öyle değil mi? O Rabbi
ile kendisi arasındaki anlaşma. Günahta sevapta kişi ile Rabbi arasında. Kendi
iyiliğin için sus ve hüküm verme ne iyiliğini konuş öv ne de yer kötüle hepimiz
ölümlüyüz sonuçta.
Sonuçta Rabbin görür içindekileri o
görür iyiliği ve kötülüğü gönüllerde olanı yalnızca o bilir. Bir insanın yaşayışı dürüst islamiyete
uygun düşüyor diye günahsız sayılmaz bazen kendisi bile bilemez gönlünde ne
taşıdığını ve bazen kendisi de şaşırır gönlündekilere. O bağışa af ve mağfirete
erişmeden Rabbi ona hidayet vermeden bağışlamadan o bile gönlüne kendine engel
olamaz. Bir günahın varsa
cezalandırılması gerekir amma bu dünyada amma ahirette cezadan kaçılmaz öyleyse
günah işlememeye bak. Ya da günahın senin zaaflarından ileri geliyorsa
bağışlanma dile. Rabbinden engel olması kalbini razı etmesi için dua et. Bütün insanlar günah veya sevap işler sonra
Rabbini över günahlarından dolayı af diler. Duayı başkalarından da istemek
lazım ‘’bana da dua et,’’ demek lazım. Başkalarının da dualarının arasında
olmak lazım. Çünkü kimin kalbinde kim var ne var? Kimse bilemez.
O konuşmayan insanı da bir dinleseniz az
konuşanı o da Rabbinden bağışlanma diliyor. İşlediği suçlarıyla kendi nefsini
terbiye ediyor tımar ediyor. O kendi cezasını bu dünya da kendi eliyle de
veriyor bazen kendi darağacını kendisi kuruyor kendisini yargılıyor. O bu
şekilde Rabbi kendisini duysun görsün bilsin istiyor. Kendini bu şekilde
Rabbine affettirmek istiyor.
Hiç kimse kim de ne var bilemez. Onun
kalbini açıp bakmadan bilemez. Hiç kimse de bir başkasının övmesiyle yükselmez,
yermesiyle de düşmez Rabbi onu anmadıkça. O da Rabbine yalvarmadıkça. Rabbim içimdekileri sen biliyorsun kalbimin
içindekileri ancak sen görüyorsun. Rabbim gündüzün şerrinden gecenin şerrinden
insanların şerrinden nefsimin şerrinden şeytanın şerrinden sana sığınırım.
MİCHEAL JACSEN

Nereye gitti. Ben de sordum o soruyu nereye
gidiyorsun? Cenazesi çok kalabalıktı. Bana ''Uyumaya gittiğini'' söyledi. Üstünde o
parlak ceketi vardı yüzü bembeyaz traşlı gibi parlaktı daha doğrusu tebeşir
tozu sürülmüş gibiydi. Yanında iki kişi daha vardı onlar gülüyordu. Neye
gülüyordu ölüye mi? Ölüm şekline mi? Neye gülüyordu? ''Neden gülüyorsun?'' Dedim. Onu hiç sevmezmiş özellikle o kendi tarzı dansından da nefret edermiş
Gülenler yüzlerini ona çevirdiler iki
sandalye çektiler yüzü ona dönük onun hayat hikayesi zihinlerinde oturdular.
Onun erken gitmesine sevinenler kalan mirasının parasının her miktarına karşı
sırıtanlar paralardaki resimleri gördükçe dişlerini daha çok gösterenler. Bu
nedir ya? Yaşarken başkalarının refahı için ölümü göze almak mı? Niçin arkanda miras bıraktın? Arkanda kalanlar domuz gibi yesinler, gülsünler sana karşı da yüzsüzlük etsinler
diye mi? Onun için mi? Birden arkasını
dönüyor döner dönmez de duvarda Micheal
Jacsen’in fotoğrafı sanki yüzüne gülüyor ve cevap veriyor ‘’Evet evet
evet,’’
Bile bile o insanların ne yapacaklarını
bile bile hayata meydan okuyor. Sen onlar için koşulmuş bir attın fazla yem
yemekten tıkandın kaldın. Ve öldün şimdi kımıldamıyorsun ama dizginlerin hala
onların ellerinde üstelik de sıraya girmişler arka mahalleye kadar uzanıyor.
Onlar değil onlarca isterse yüzlerce olsun umurumda bile değil bana şekil ve
görünüş önemli değil. Önemli olan yanımda sadık bir kaç tane olsa yeterdi.
Sokak lambası gibi beni aydınlatsa yoluma ışık tutsa yeterdi ama yine sadık
olanlar ayrım yapmayanlar da var. Her evde olan yanılmaz bir gerçek aynı hava.
İster ünlü olsun ister sade bir vatandaş
herkesin öbür dünyaya götürecekleri sadece amelleri. Sadece yaptıkları iyi
amellerin mükafatının meyvelerini görüp onlardan yiyecekler. Onun için mi
gülüyorsun? Gördün mü sen yaptığın iyi amellerin karşılığında yiyeceğin
yemekleri gösterildi mi sana da? Sanki ona da ‘’Evet evet.’’ Kardeşim benim
meğer sen ne kadar iyi bir insanmışsın o altın kafesin içinde bir kuş gibi
çırpınırken meğer isem biz seni hiç tanıyamamışız meğer isem oysa o şimdi yine
dar bir kafesin içinde gülümseyen yüzü sessiz sessiz onlara bakıyor.
14 Nisan 2018 Cumartesi
BÜYÜK BALIK YAKALAMA DERDİ

Biraz başı eğik ama yine olsun geleceğe parlayan gözlerle bakıyor. Kapı tokmağı gibi vurduğu yerden ses getiriyor. Sonra can malın yongası ya canına bir şey olursa ya canını yitiren olursa anlamışsınızdır yani gelecek kaygısı.
Bir şeyler sen de biriktirsen iyi edersin. Babasına bakıyor o biriktirmemiş kendisine bakıyor. Kendisi hala çalışıyor ve karnı doymuyor daha çok çalışması gerekecek.
Evet diyor birikimlerine bakıyor tek tek sayıyor. Mallarını tapusu kendi üzerinde hepsinin üzerinde oturuyor başkalarına vermiyor. Çok görmemeli bunu ama,
Evet o daha da hızlanıyor hırslanıyor çalışırken eteklerini topluyor, bağırıyor kızıyor. Soluduğu hava da tatlı esintiler şeklinde burnuna güzel kokular getirmiyor. Hayat alacak verecek kaygısı bütün çıplaklığıyla gözlerinin önünde uzayıp gidiyor o inliyor çok yoruldu. Biraz dinlenmesi gerek sonra tekrar çalışır. ''Kovanda balın olsun yemenden arı gelir.'' O kovasına bakıyor. Yorgun elini işine uzatıyor gerçekten yorgun duvara tutunuyor. Geleceği karanlık geleceğini göremiyor. Yürüyor ama ayakları kırgın paytak paytak yüzü de solgun görünüyor. O geleceğini göremiyor. Havanın soğuk estiğini yine karanlık boşluk ve bir bilinmezlik yıldız kümeleri gibi karamsarlık beliriyor havanın içinde onun duyguları kabarıyor. Kimseye söylemiyor gizlice bekliyor. İşi, ekmeği, yemek yediği tabağı, arı kovanı,balı, sağdığı ineği gittikçe uzanan burnunu uzattığı veya ayağına gelen iş kokuları yine elini uzatıyor inliyor.
Az sonra neredeyse ''Bu işler bizden geçti,'' diyecek. Ağzıyla söylemese de bedeni tekliyor söylüyor. Bir süre bedenini dinliyor. İçindeki korku belki yarını olmaz geleceği olmaz söylemeye de dili varmıyor, et kemikten ayrılınca can bedenden ayrılınca işte o zaman kendini yokluyor. Yaralarına bakıyor yok kalmamış. İş değilmiş sadece derdi ''Allah aşkı'' Rabbinin önünde eğiliyor. Ayakları bir ileri bir geri sonra o karanlık iğne deliğinden geçeceği gün aklına geliyor. Ölmüş olabileceği secdeye dayanıyor işi aşı bir kenara bırakıyor. O karanlıkta bir bilinmeze karşı koşmaya başlıyor. Onu durduran şimdiye kadar hep büyük balığı yakalama derdi inek sağma, büyük lokma, derdi şimdi kendini durduruyor. Tatlı bir sarhoşlukla ilahi karşısında eğiliyor. İçi huzurla dolu.
ÇALIŞMAM GEREK

Hani derler ya ayranı yok içmeye .....diye eskilerin tabiri şükür ayranı var. Kabı var. Yemeği var. Yani o hayalindeki büyük balığı yakalayamasa da hayalinin peşinde gitti. Bir kabı oldu. Yemek pişirdi.
Şimdi de hayal kurmaya zamanı yok. Yalnızca yeşilliğe koşan koyunlar gibi koşturuyor. Az ile doymayan midesi aza kanaat etmeyenlerin ülkesi doymuyor. Bir türlü istekleri de bitmiyor, daha çok çalışması gerekecek. Koca delik, koca boğaz, koca mide yiyor yiyor doymuyor. Saçları seyrekleşmiş gömleği terlemiş elleri kolları kirli, soluklan biraz çok çalışıyorsun. Bırak bu kadar çalışmayı mezara mı götüreceksin? Yetişmiyor ki daha fazla çalışmam gerek. Eskiden kanaat vardı ama şimdi yok.
Aman boş ver işi gücü hele gel biraz otur yanıma yeter bu kadar kazandığın.
Aldırmıyor duymuyor bile daha çok çalışması gerek. Yağmura kara aldırmadan ''Gökten yağmur yağarken testileri doldurmak gerek'' diyor.
KEDİ FARE OYUNU
O keçileri kaçırmış, onlara göre öyle, bak bakalım bir keçilere yerinde duruyor mu? Yoksa kaçık mı? Bak bakalım bilebilecek misin? Kimse hiç kimse oralı olmuyor. Ama o her an o hayallerinden birini yakalayabilir o fikirlerinden birinin peşinden gidebilir.
İyi öyleyse hadi git yap Bizim de aklımızda bin kedi fare oynuyor bin tilki dolaşıyor da biz hemen atlayıvermiyoruz. O kadar kolay mı? Hemen git. Hazıra kon. Yemek ta aslanın midesinde hadi öyleyse git al. Al da ye.
Geleceğimi göremiyorum. Geleceğim için ne yapmalıyım? Bilmiyorum.
Nasıl değiştireceğimi? Devrim yapacağımı bilmiyorum. Bir kaç kez denedim ama beceremedim. Korktum. Yalnızlıktan tek başına olmaktan gelecek bana karanlık geliyor. Birini veya birilerini o ipin üzerinde yürüdüklerini bir görsem onların izinde gideceğim onları takip edeceğim o, o yolda giderken onun ışığıyla gideceğim.
Nasıl değiştireceğimi? Devrim yapacağımı bilmiyorum. Bir kaç kez denedim ama beceremedim. Korktum. Yalnızlıktan tek başına olmaktan gelecek bana karanlık geliyor. Birini veya birilerini o ipin üzerinde yürüdüklerini bir görsem onların izinde gideceğim onları takip edeceğim o, o yolda giderken onun ışığıyla gideceğim.
Yemek rızık ekmek nerede? Söyle ona kaderi onun ekmeği nerede? O her şeyi yapabilirdi ama yapmıyor nasıl yapılacağını bilmiyor. O kendisini ailesine adadı evet ama ailesi kendisini ona adamadı. Anlayamıyor neden? Neden kader onu bu kadar bu aileye bağladı. Ailesi kendisi için o kadar da iyi değiller üstelik. Anlayamıyor.
GELECEĞİNİ GÖREBİLME
Lafla peynir gemisi yürümez lafla onun
olmak istediği ben'i ile arasına girilmez. Şimdi o öteye daha öteye gitti
diyelim zorunlu olarak bir göç, iş evlilik yine ona yardım ederler miydi? Bunu
kendi de bilmiyor şartlar. O yine de geleceğini göremiyor. Aile içindeki gürültülü sesler bir köpek
havlaması gibi geliyor. Kapıyı çıkınca dışarıya sesler kesiliyor o kapının
dışına çıksa da gürültü yapanlar oraya geliyor. O tekrar içeri girmek istiyor.
Herkes üzgün üzgün evin içinde dolaşıyor, çaresiz karamsar ve boşlukta bu
duygunun ne olduğunu bilemezsiniz. Onun için geleceğini göremiyor. Uğraşıyor
bir şeyleri değiştirebilirim mi? Diye ama o
kadar da uzun hayaller emeller kuramıyor. O kadarda uzun boylu düşünemiyor.
Kafasının içinde bir ışık sürekli
yanıyor. Çentik çentik kafasını kurcalıyor ara sına sızım sızım sızlıyor ara
sıra kanıyor. Acelece bir karar verebilse hep duygularını saklıyor. Fikirlerini
ve dahi düşüncelerini hiç konuşmuyor. Kendini dinliyor, kendisiyle konuşuyor. Onun bu kendisiyle konuşması çok uzun sürdü. Belki böyle olduğunu kendisi de bilmiyor çünkü kendisini alıştırdı. Bir daha
öyle uzun boylu düşünmeyecek. Bir gün
aklında fikrinde zikrinde ne varsa hepsini getirip masaya yemek dizer gibi
salata sebze tabağı gibi dizecek. Soğuk karşılayacaklar gülecekler alay
edecekler. Ah korku o korku biliyor öyle olacağını hemen tekrar hiç kimseyle
konuşmadan düşünce hayal ve fikirlerini allayıp pullayıp tozunu alıp temizleyip
tekrar yerlerine koyuyor. Ve düşüncelerinin kapısını kapatıyor kimse bilmeyecek.
Bir diğer taraftan da düşünce kapısını gözlemliyor içine giren ve çıkanları
yeni bir fikir, bir fener, bir ışık, onun yollarına kum çakıl taneleri dökülüyor.
İSTESE YAPABİLİR
İstese yapabilirdi kendisi içinde bir
şeyler yapabilirdi. Sanki hep başkaları için yaptı çalıştı da ne oldu? Şimdi
kendi düşünüyor kendi sonunu başka da onu düşünen yok. Onu önemseyen, nasıl kalır
öyleyse bu yerde? O büyük en büyük daha büyük işleri ve başka daha önemli
şeyleri de yoksa küçük şeylerden dolayı nasıl kalır bu yerde? Sanki küçük bir
fanusun içinde evet öyle bir yerde olduğunu biliyor, çünkü kadın milleti öyle
benimsenmiş tek başına bir yere gidemez kökünden ayrılamaz. Ya kötü bir şey
gelirse başına?
Yalnız olduğundan. Bir yol arkadaşı
bulsaydı kendine durum değişirdi. Yalnız olduğundan cesareti de yok. Ama yanımda
biri olsaydı ben de kalkıp yaban memleketlere kendimin olmak istediğim ben'in
peşinden gitseydim. O zaman herkes de beni anlardı. Belki o zaman bana yardım eden
bile çıkardı. O zaman ektiğim tohumlar ekin verirdi belki yalnız kalmazdım.
1
1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)